Cüz   25
Kur’ân sayfa no : 481 - 500  
Okuyan : Şeyh Abdul Rahman Al-Ussi   ( Kâbe İmamı )

  • Eûzu billahi mine’ş-şeytani’r-racim
    Kovulmuş Olan Şeytanın Şerrinden Allah’a Sığınırım

    ( 47 ) İleyhi yuraddu ilmus sâah, ve mâ tahrucu min semerâtin min ekmâmihâ ve mâ tahmilu min unsâ ve lâ tedau illâ bi ilmih, ve yevme yunâdîhim eyne şurakâî kâlû âzennâke mâ minnâ min şehîde. ( 47 ) Kıyametin ne zaman kopacağı bilgisi ona aittir. O'nun bilgisi dışında hiçbir ürün kabuğundan çıkmaz, hiçbir dişi gebe kalmaz ve doğurmaz. Onlara: "Bana koştuğunuz ortaklar nerede?" diye seslendiği gün: "Sana, buna dair bizden hiçbir şahit olmadığınıarzederiz" derler. ( 48 ) Ve dalle anhum mâ kânû yede’ûne min kabl ve zannû mâ lehum min mahîs. ( 48 ) Önceden yalvarıp durdukları şeyler onlardan uzaklaşmıştır. Kendilerinin kaçacak yerleri olmadığını anlamışlardır. ( 49 ) Lâ yes’emul insânu min duâil hayri ve in messehuş şerru fe yeûsun kanûta. ( 49 ) İnsan, iyilik istemekten usanmaz da, kendisine bir kötülük gelince umutsuzluğa düşer, meyus olur. ( 50 ) Ve le in ezakanâhu rahmeten minnâ min ba’di darrâe messethu le yekûlenne hâzâ lî ve mâ ezunnus sâate kâimeten ve le in ruci’tu ilâ rabbî inne lî indehu lel husnâ, fe le nunebbiennellezîne keferû bimâ amilû ve le nuzîkannehum min azâbin galîz. ( 50 ) Başına gelen sıkıntıdan sonra, kendisine katımızdan bir rahmet tattırsak: "Bu benim hakkımdır; kıyametin kopacağını sanmıyorum. Rabbime döndürülürsem, O'nun katında and olsun ki, benim için daha güzel şeyler vardır" der. İnkar edenlere, işlediklerini, and olsun ki bildireceğiz. Onlara and olsun ki çetin bir azap tattıracağız. ( 51 ) Ve izâ en’amnâ alâl insâni a’rada ve neâ bi cânibihî, ve izâ messehuş şerru fe zû duâin arîd. ( 51 ) İnsana nimet verdiğimiz zaman yüz çevirerek yan çizer; başına bir kötülük gelince uzun uzun yalvarır. ( 52 ) Kul e raeytum in kâne min indillâhi summe kefertum bihî men edallu mimmen huve fî şikâkin baîde. ( 52 ) De ki: "Kuran Allah katından gelmiş olup da siz de onu inkar etmişseniz, söyleyin bana, derin bir çıkmazda bulunan kimseden daha sapık kim vardır?" ( 53 ) Se nurîhim âyâtinâ fîl âfâki ve fî enfusihim hattâ yetebeyyene lehum ennehul hakk, e ve lem yekfi bi rabbike ennehu alâ kulli şey’in şehîde. ( 53 ) Onun hak olduğu meydana çıkıncaya kadar varlığımızın belgelerini onlara hem dış dünyada ve hem de kendi içlerinde göstereceğiz. Rabbinin her şeye şahit olması yetmez mi? ( 54 ) E lâ innehum fî miryetin min likâi rabbihim, e lâ innehu bi kulli şey’in muhîta. ( 54 ) Dikkat edin; onlar Rablerine kavuşmaktan şüphededirler; dikkat edin; Allah şüphesiz her şeyi bilgisiyle kuşatandır.
  • 42. Şûrâ Sûresi ( سُورَةُ الشُّورٰى ) Surat Ash-Shura

    Bismillâhir rahmânir rahîm
    Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla

    ( 1 ) Hâ mim. ( 1 ) Ha, Mim. ( 2 ) Ayn sin kâf. ( 2 ) Ayn, Sin, Kaf, ( 3 ) Kezâlike yûhî ileyke ve ilâllezîne min kabelikellâhul azîzul hakîm. ( 3 ) Güçlü olan, Hakim olan Allah, sana da, senden öncekilere de böyle vahyeder. ( 4 ) Lehu mâ fîs semâvâti ve mâ fîl ard, ve huvel aliyyul azîm. ( 4 ) Göklerde olanlar da, yerde olanlar da O'nundur. O, çok yücedir ve büyüktür. ( 5 ) Tekâdus semâvâtu yetefattarne min fevkihin vel melâiketu yusebbihûne bi hamdi rabbihim ve yestagfirûne li men fîl ard, e lâ innallâhe huvel gafûrur rahîm. ( 5 ) Gökler neredeyse üstlerinden çatlayacak. Melekler Rablerini överek tesbih eder ve yeryüzünde bulunanlar için O'ndan bağışlanma dilerler. İyi bilin ki Allah Şüphesiz bağışlayandır, merhametli olandır. ( 6 ) Vellezînettehazû min dûnihî evliyâllâhu hafîzun aleyhim ve mâ ente aleyhim bi vekîl. ( 6 ) Allah'ı bırakıp da dostlar edinenlerin işlediklerini Allah gözetlemektedir. Sen, onlara vekil olmağa memur değilsin. ( 7 ) Ve kezâlike evhaynâ ileyke kur’ânen arabiyyen li tunzira ummel kurâ ve men havlehâ ve tunzira yevmel cem’i lâ raybe fîh, ferîkun fîl cenneti ve ferîkun fîs saîr. ( 7 ) Böylece şehirlerin anası olan Mekke'de ve çevresinde bulunanları uyarman, şüphe götürmeyen toplanma günü ile uyarman için sana Arapça okunan bir Kitap vahyettik. İnsanların bir takımı cennete, bir takımı da çılgın alevli cehenneme girer. ( 8 ) Ve lev şâallâhu le cealehum ummeten vâhideten ve lâkin yudehilu mey yeşâu fî rahmetih, vez zâlimûne mâ lehum min velîyyin ve lâ nasîr. ( 8 ) Eğer dilemiş olsaydı hepsini bir tek ümmet yapardı. Ama, O, rahmetine dilediğini kavuşturur. Zalimlerin ise bir dost ve yardımcısı olmaz. ( 9 ) Emittehazû min dûnihî evliyâ, fallâhu huvel velîyyu ve huve yuhyîl mevtâ ve huve alâ kulli şey’in kadîr. ( 9 ) Demek onlar Allah'tan başka dostlar edindiler? Oysa dost, ancak Allah'tır. O, ölüleri diriltir. Her şeye Kadir'dir. ( 10 ) Ve mâhteleftum fîhi min şey’in fe hukmuhû ilâllâh, zâlikumullâhu rabbî aleyhi tevekkeltu ve ileyhi unîbe. ( 10 ) Ayrılığa düştüğünüz herhangi bir şeyde hüküm vermek, Allah'a aittir; "İşte bu Allah, benim Rabbimdir. O'na güvenirim ve O'na yönelirim." (demek gerekir)
  • ( 11 ) Fâtirus semâvâti vel ard, ceale lekum min enfusikum ezvâcen ve minel en’âmi ezvâcâ, yezraukum fîh, leyse ke mislihî şey’, ve huves semîul basîr. ( 11 ) Göklerin ve yerin yaratanı, size içinizden eşler, çift çift hayvanlar var etmiştir. Bu suretle, çoğalmanızı sağlamıştır. O'nun benzeri hiçbir şey yoktur. O, işitendir, görendir. ( 12 ) Lehu mekâlîdus semâvâti vel ard, yebesutur rizka li mey yeşâu ve yakadir, innehu bi kulli şey’in alîm. ( 12 ) Göklerin ve yerin kilitleri O'nundur. Dilediğine rızkı yayar ve isterse kısar, bir ölçüye göre verir. Doğrusu O herşeyi bilendir. ( 13 ) Şerae lekum mined dîni mâ vassâ bihî nûhan vellezî evhaynâ ileyke ve mâ vassaynâ bihî ibrâhîme ve mûsâ ve îsâ, en ekîmûd dîne ve lâ teteferrakû fîh, kebure alâl muşrikîne mâ ted’ûhum ileyh, allâhu yecetebî ileyhi mey yeşâu ve yehdî ileyhi mey yunîbe. ( 13 ) Allah Nuh'a buyurduğu şeyleri size de din olarak buyurmuştur. Sana vahyettik; İbrahim'e, Musa'ya ve İsa'ya da buyurduk ki: "Dine bağlı kalın, onda ayrılığa düşmeyin." Ortak koşanları çağırdığın şey onların gözünde büyümektedir. Allah dilediğini kendine seçer, kendisine yöneleni de doğru yola eriştirir. ( 14 ) Ve mâ teferrakû illâ min ba’di mâ câehumul ilmu bagyen beynehum, ve lev lâ kelimetun sebekat mir rabbike ilâ ecelin musemmen le kudiye beynehum, ve innellezîne ûrisûl kitâbe min ba’dihim le fî şekkin minhu murîbe. ( 14 ) Kendilerine ilim geldikten sonra ayrılığa düşmeleri, ancak, birbirini çekememekten oldu. Eğer belirli bir süre için Rabbinin verilmiş bir sözü olmasaydı, aralarında hemen hükmedilirdi. Arkalarından Kitaba varis kılınanlar da ondan şüphe ve endişe içindedirler. ( 15 ) Fe li zâlike fede’ vestekim kemâ umir, ve lâ tettebi’ ehvâehum, ve kul âmentu bi mâ enzelallâhu min kitâbe, ve umirtu li a’dile beynekum, allâhu rabbunâ ve rabbukum, lenâ a’mâlunâ ve lekum a’mâlukum, lâ huccete beynenâ ve beynekum, allâhu yecemeu beynenâ, ve ileyhil masîr. ( 15 ) Bundan ötürü sen birliğe çağır ve emrolunduğun gibi doğru ol; onların heveslerine uyma ve şöyle söyle: "Allah'ın indirdiği Kitap'a inandım; aranızda adaletle hükmetmek ile emrolundum; Allah bizim de Rabbimiz, sizin de Rabbinizdir; bizim işlediklerimiz bize, sizin işledikleriniz kendinizedir. Bizimle sizin aranızda tartışılacak bir şey yoktur. Allah hepimizi bir araya toplar; dönüş O'nadır."
  • ( 16 ) Vellezîne yuhâccûne fîllâhi min ba’di mâstucîbe lehu huccetuhum dâhidatun inde rabbihim ve aleyhim gadabun ve lehum azâbun şedîde. ( 16 ) Allah'ın çağrısına icabet eden bulunduktan sonra, O'nun hakkında tartışmağa girişenlerin delilleri Rableri katında hükümsüzdür. Onlara bir gazap vardır, çetin bir azap da onlar içindir. ( 17 ) Allâhullezî enzelel kitâbe bil hakki vel mîzân ve mâ yuderîke lealles sâate karîbe. ( 17 ) Gerçekten Kitap'ı ve ölçüyü indiren Allah'tır. Ne bilirsin, belki de kıyamet saati yakındır. ( 18 ) Yesta’cilu bihâllezîne lâ yuk’minûne bihâ, vellezîne âmenû muşfikûne minhâ ve ya’lemûne ennehâl hakk e lâ innellezîne yumârûne fîs sâati le fî dalâlin baîde. ( 18 ) O'na inanmayanlar, acele olmasını beklerler; inananlar ise korku ile titrerler ve onun gerçek olduğunu bilirler. İyi bilin ki kıyamet günü hakkında tartışanlar derin bir sapıklık içindedirler. ( 19 ) Allâhu latîfun bi ibâdihî yerzuku mey yeşâ, ve huvel kavîyyul azîz. ( 19 ) Allah, kullarına lütufta bulunandır. Dilediğini rızıklandırır. Kuvvetli olan da güçlü olan da O'dur. ( 20 ) Men kâne yurîdu harsel âhirati nezide lehu fî harsih, ve men kâne yurîdu harsed dunyâ nu’tihî minhâ ve mâ lehu fîl âhirati min nasîbe. ( 20 ) Ahiret kazancını isteyenin kazancını artırırız; dünya kazancını isteyene de ondan veririz; ama ahirette bir payı bulunmaz. ( 21 ) Em lehum şurakâu şeraû lehum mined dîni mâ lem ye’zen bihillâh, ve lev lâ kelimetul fasli le kudiye beynehum, ve innez zâlimîne lehum azâbun elîm. ( 21 ) Yoksa, Allah'ın dinde izin vermediği bir şeyi onlara meşru kılacak ortakları mı vardır? Eğer kesin yargı bulunmayacak olsaydı aralarında hemen hükmedilirdi. Doğrusu, zalimlere can yakıcı azap vardır. ( 22 ) Terâz zâlimîne muşfikîne mimmâ kesebû ve huve vâkiun bihim, vellezîne âmenû ve amilûs sâlihâti fî ravdâtil cennât, lehum mâ yeşâûne inde rabbihim, zâlike huvel fadlul kebîr. ( 22 ) Yaptıkları şeyler başlarına gelirken, zalimlerin korkudan titrediklerini görürsün. İnanıp yararlı işler işleyenler cennet bahçelerindedirler. Rablerinin katında, onlara diledikleri verilir. İşte büyük lütuf budur.
  • ( 23 ) Zâlikellezî yubeşşirullâhu ibâdehullezîne âmenû ve amilûs sâlihât, kul lâ es’elukum aleyhi eceran illâl meveddete fîl kurbâ ve mey yakaterif haseneten nezide lehu fîhâ husnâ, innallâhe gafûrun şekûr. ( 23 ) Allah, inanıp yararlı işler işleyen kullarını bununla müjdeler. De ki: "Ben sizden buna karşı yakınlara sevgiden (veya Allah'a yaklaşmaktan) başka bir ücret istemem." Kim güzel bir iş işlerse onun güzelliğini arttırırız. Doğrusu Allah bağışlayandır, şükrün karşılığını verendir. ( 24 ) Em yekûlûnefterâ alâllâhi kezibâ, fe iy yeşeillâhu yahtim alâ kalbik, ve yemhullâhul bâtila ve yuhikkul hakka bi kelimâtih, innehu alîmun bi zâtis sudûr. ( 24 ) Yoksa senin için "Allah'a karşı yalan yere iftira etti" mi derler? Allah dilerse senin kalbini mühürler, batılı da yok eder, hakkı sözleriyle gerçekleştirir. Doğrusu O, kalplerde olanı bilendir. ( 25 ) Ve huvellezî yakabelut tevbete an ibâdihî ve ya’fû anis seyyiâti ve ya’lemu mâ tef’alûn. ( 25 ) Ve O, kullarının tövbelerini kabul eden ve seyyielerini (günahlarını) affedendir. Ve yaptığınız şeyleri bilir. ( 26 ) Ve yestecîbullezîne âmenû ve amilûs sâlihâti ve yezîduhum min fadlih, vel kâfirûne lehum azâbun şedîde. ( 26 ) (Allah), âmenû olanların (Allah’a ulaşmayı dileyenlerin) ve salih amel (nefs tezkiyesi) işleyenlerin (dualarına) icabet eder. Ve onlara fazlından artırır. Ve kâfirler; onlar için şiddetli azap vardır. ( 27 ) Ve lev besetallâhur rizka li ibâdihî le begav fîl ardi ve lâkin yunezzilu bi kaderin mâ yeşâ, innehu bi ibâdihî habîrun basîr. ( 27 ) Eğer Allah rızkı kullarının hepsine bol bol verseydi, yeryüzünde azgınlık ederlerdi. Ama O, dilediğini bir ölçüye göre indirir. Doğrusu O, kullarından haberdardır, onları görendir. ( 28 ) Ve huvellezî yunezzilul gayse min ba’di mâ kanetû ve yenşuru rahmeteh, ve huvel velîyyul hamîde. ( 28 ) Umutsuzluğa düşmelerinin ardından yağmuru indiren, rahmetini yayan O'dur. O, övülmeğe layık olan dosttur. ( 29 ) Ve min âyâtihî halkus semâvâti vel ardi ve mâ besse fîhimâ min dâbbeh, ve huve alâ cem’ihim izâ yeşâu kadîr. ( 29 ) Gökleri, yeri ve ikisinde yaydığı canlıları yaratması varlığının delillerindendir. ( 30 ) Ve mâ esâbekum min musîbetin fe bi mâ kesebet eydîkum ve ya’fû an kesîr. ( 30 ) Başınıza gelen herhangi bir musibet ellerinizle işlediklerinizden ötürüdür. O, yine de çoğunu affeder. ( 31 ) Ve mâ entum bi mu’cizîne fîl ard, ve mâ lekum min dûnillâhi min veliyyin ve lâ nasîr. ( 31 ) Yeryüzünde O'nu aciz bırakamazsınız. Allah'tan başka bir dostunuz da yardımcınız da yoktur.
  • ( 32 ) Ve min âyâtihil cevâri fîl bahri kel a’lâm. ( 32 ) Denizde yüce dağlar gibi gemilerin yürümesi O'nun varlığının delillerindendir. ( 33 ) İn yeşe’ yuskinir rîha fe yazlelne ravâkide alâ zahrih, inne fî zâlike le âyâtin li kulli sabbârin şekûr. ( 33 ) O, dilerse rüzgarı durdurur, yelkenle giden gemiler o zaman denizin yüzünde durakalır. Bunlarda, sabırlı olan ve çok şükreden kimseler için deliller vardır. ( 34 ) Ev yûbikhunne bimâ kesebû ve ya’fu an kesîr. ( 34 ) Yahut yaptıklarına karşılık onları ortadan kaldırır, bir çoğunu da bağışlar. ( 35 ) Ve ya’lemellezîne yucâdilûne fî âyâtinâ, mâ lehum min mahîs. ( 35 ) Ayetlerimiz üzerinde tartışanlar, kendilerine kaçacak yer olmadığını bilsinler. ( 36 ) Fe mâ ûtîtum min şey’in fe metâul hayâtid dunyâ, ve mâ indallâhi hayrun ve ebekâ lillezîne âmenû ve alâ rabbihim yetevekkelûn. ( 36 ) İşte böylece size verilen herşey dünya hayatının metaıdır. Ve amenû olanlar için, Allah’ın indinde olanlar daha hayırlıdır ve bâkidir (kalıcıdır). Ve onlar, Rab’lerine tevekkül ederler. ( 37 ) Vellezîne yecetenibûne kebâiral ismi vel fevâhişe ve izâ mâ gadibûhum yagfirûn. ( 37 ) Ve onlar, günahların büyüğünden ve fuhuştan içtinap ederler (sakınırlar). Ve öfkelendikleri zaman affederler. ( 38 ) Vellezînestacâbû li rabbihim ve ekâmus salâte ve emruhum şûrâ beynehum ve mimmâ razakanâhum yunfikûn. ( 38 ) Ve onlar, Rab’lerine icabet ederler ve namazı kılarlar. Ve onlar, işlerini aralarında toplanıp istişare ederler. Ve onları rızıklandırdığımız şeylerden infâk ederler. ( 39 ) Vellezîne izâ esâbehumul bagyuhum yentesirûn. ( 39 ) Bir haksızlığa uğradıklarında, üstün gelmek için aralarında yardımlaşırlar. ( 40 ) Ve cezâu seyyietin, seyyietun misluhâ, fe men afâ ve asleha fe eceruhu alâllâh, innehu lâ yuhibbuz zâlimîn. ( 40 ) Bir kötülüğün karşılığı, aynı şekilde bir kötülüktür. Ama kim affeder ve barışırsa, onun ecri Allah'a aittir. Doğrusu O, zulmedenleri sevmez. ( 41 ) Ve le men intesare ba’de zulmihî fe ulâike mâ aleyhim min sebîl. ( 41 ) Zulüm gördükten sonra hakkını alan kimselere, işte onların aleyhine bir yol yoktur. ( 42 ) İnnemâs sebîlu alâllezîne yazlimûnen nâse ve yebegûne fîl ardi bi gayril hakk, ulâike lehum azâbun elîm. ( 42 ) İnsanlara zulmedenlere, yeryüzünde haksız yere taşkınlık edenlere karşı durulmalıdır. İşte, can yakıcı azap bunlaradır. ( 43 ) Ve le men sabere ve gafere inne zâlike le min azmil umûr. ( 43 ) Ama sabredip bağışlayanın işi, işte bu, azmedilmeye değer işlerdendir. ( 44 ) Ve mey yudlilillâhu fe mâ lehu min velîyin min ba’dih, ve terâz zâlimîne lemmâ raevul azâbe yekûlûne hel ilâ meraddin min sebîl. ( 44 ) Allah kimi saptırırsa, artık onun bundan sonra bir dostu olmaz. Azabı gördüklerinde, zalimlerin: "Dönecek bir yol yok mudur?" dediklerini görürsün.
  • ( 45 ) Ve terâhum yu’radûne aleyhâ hâşiîne minez zulli yanzurûne min tarfin hafîyy, ve kâlellezîne âmenû innel hâsirînellezîne hasirû enfusehum ve ehlîhim yevmel kiyâmeh, e lâ innez zâlimîne fî azâbin mukîm. ( 45 ) Aşağılıktan başları öne eğilmiş, göz ucuyla gizli gizli etrafa bakarken, ateşe sunulduklarını görürsün. İnananlar: "Hüsranda olanlar, kıyamet günü kendilerini de, ailelerini de hüsranda bırakanlardır" derler. İyi bilin ki, zalimler sürekli bir azap içindedirler. ( 46 ) Ve mâ kâne lehum min evliyâe yensurûnehum min dûnillâh. Ve mey yudlilillâhu fe mâ lehu min sebîl. ( 46 ) Onların, Allah'tan başka kendilerine yardım edecek dostları da yoktur. Allah'ın saptırdığı kimsenin çıkar yolu olmaz. ( 47 ) İstecîbû li rabbikum min kabeli ey ye’tiye yevmun lâ meradde lehu minallâh, mâ lekum min melcein yevme izin ve mâ lekum min nekîr. ( 47 ) Allah katından, geri çevrilemeyecek günün gelmesinden önce Rabbinizin çağrısına cevap verin. O gün hiçbirinize sığınacak yer bulunmaz, inkar de edemezsiniz. ( 48 ) Fe in a’radû fe mâ erselnâke aleyhim hafîzâ, in aleyke illâl belâg, ve innâ izâ ezakanâl insâne minnâ rahmeten feriha bihâ, ve in tusibihum seyyietun bi mâ kaddemet eydîhim fe innel insâne kefûr. ( 48 ) Eğer yüz çevirirlerse bilsinler ki, Biz seni onlara bekçi göndermedik; sana düşen sadece tebliğdir. Doğrusu Biz insana katımızdan bir rahmet tattırırsak ona sevinir; ama elleriyle yaptıkları yüzünden başlarına bir kötülük gelirse işte o zaman görürsün ki insan gerçekten pek nankördür. ( 49 ) Lillâhi mulkus semâvâti vel ard, yahluku mâ yeşâ, yehebu li mey yeşâu inâsen ve yehebu li mey yeşâuz zukûr. ( 49 ) Göklerin ve yerin hükümranlığı Allah'ındır. Dilediğini yaratır, dilediğine kız çocuk, dilediğine de erkek çocuk verir. ( 50 ) Ev yuzevvicuhum zukrânen ve inâsâ, ve yece’alu mey yeşâu akîmâ, innehu alîmun kadîr. ( 50 ) Yahut hem kız hem erkek çocuk verir, dilediğini de kısır kılar. O, bilendir, her şeye Kadir'dir. ( 51 ) Ve mâ kâne li beşerin ey yukellimehullâhu illâ vahyen ev min verâi hicâbin ev yursile resûlen fe yûhiye bi iznihî mâ yeşâ, innehu aliyyun hakîm. ( 51 ) Allah bir insanla ancak vahiy suretiyle veya perde arkasından konuşur, yahut bir elçi gönderir; izniyle, dilediğini vahyeder. Doğrusu O yücedir, Hakim'dir.
  • ( 52 ) Ve kezâlike evhaynâ ileyke rûhan min emrinâ, mâ kunte tederî mâl kitâbu ve lâl îmânu ve lâkin cealnâhu nûran nehdî bihî men neşâu min ibâdinâ, ve inneke le tehdî ilâ sirâtin mustakîm. ( 52 ) Ve işte böylece sana emrimizden bir ruh (Kur'ân-ı Kerim) vahyettik. Ve sen, kitap nedir ve îmân nedir bilmiyordun. Ve lâkin O'nu “nur” kıldık. Kullarımızdan dilediğimizi O'nunla hidayete erdiririz. Ve muhakkak ki sen, mutlaka Sıratı Mustakîm'e hidayet ediyorsun (ulaştırıyorsun). ( 53 ) Sirâtillâhillezî lehu mâ fîs semâvâti ve mâ fîl ard, e lâ ilâllâhi tesîrul umûr. ( 53 ) O Allah’ın yolu ki, göklerde ve yerde ne varsa Kendisinindir. (Bütün) emirler (işler) Allah’a seyreder (döner), değil mi?

    43. Zuhruf Sûresi ( سُورَةُ الزُّخْرُفِ ) Surah Az-Zukhruf

    Bismillâhir rahmânir rahîm
    Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla

    ( 1 ) Hâ mim. ( 1 ) Ha, Mim, ( 2 ) Vel kitâbil mubîn. ( 2 ) Kitab-ı Mübin (Apaçık Kitap)’e andolsun ki! ( 3 ) İnnâ cealnâhu kur’ânen arabiyyen leallekum ta’kilûn ( 3 ) Muhakkak ki Biz, O’nu Arapça Kur’ân kıldık. Umulur ki böylece akıl edersiniz. ( 4 ) Ve innehu fî ummil kitâbi ledeynâ le alîyyun hakîm ( 4 ) Şüphesiz o, Bizim katımızda Ana Kitap'ta mevcut, yüce ve hikmet dolu bir Kitap'dır. ( 5 ) E fe nadribu ankumuz zikra safhan en kuntum kavmen musrifîn ( 5 ) Ey inkarcılar! Aşırı giden kimselersiniz diye sizi Kuran'la uyarmaktan vaz mı geçelim? ( 6 ) Ve kem erselna min nebîyin fîl evvelîn ( 6 ) Öncekilere nice peygamberler göndermişizdir. ( 7 ) Ve mâ ye’tîhim min nebîyin illâ kânû bihî yestehziûn ( 7 ) Kendilerine gelen her peygamberi onlar mutlaka alaya alırlardı. ( 8 ) Fe ehleknâ eşedde minhum bataşen ve madâ meselul evvelîn ( 8 ) Bunun için Biz de, bunlardan daha kuvvetli olanları yok etmişizdir. Öncekilere dair nice misaller geçmiştir. ( 9 ) Ve le in seeltehum men halakas semâvâti vel arda le yekûlunne halakahunnel azîzul alîm ( 9 ) And olsun ki onlara: "Gökleri ve yeri kim yarattı?" diye sorsan, "Onları güçlü olan, her şeyi bilen yaratmıştır" derler. ( 10 ) Ellezî cealekumul arda mehden ve cealelekum fîhâ subulen leallekum tehtedûn ( 10 ) O, size yeri beşik kılmış ve orada, doğru gidesiniz diye yollar var etmiştir.
  • ( 11 ) Vellezî nezzele mines semâi mâen bi kaderin, fe enşernâ bihî beldeten meyte, kezâlike tuhracûn ( 11 ) O, suyu gökten bir ölçüye göre indirir. Biz onunla ölü memleketi diriltiriz. İşte siz de böyle diriltileceksiniz. ( 12 ) Vellezî halakal ezvâce kullehâ ve ceale lekum minel fulki vel enâmi mâ terkebûn ( 12 ) Onların (bitkilerin) hepsinden çiftler (dişi ve erkek olarak) yaratan O’dur. Sizin için gemilerden ve hayvanlardan bineceğiniz şeyler kıldı. ( 13 ) Li testevû alâ zuhûrihî summe tezkurû ni’mete rabbikum izâsteveytum aleyhi, ve tekûlû subehânellezî sahhara lenâ hâzâ ve mâ kunnâ lehu mukarinîn ( 13 ) Onların sırtlarına yerleşmeniz için. Sonra onun üzerine yerleştiğiniz zaman Rabbinizin ni’metini zikredin! Ve: “Bunu bize musahhar (emrimize amade) kılan (Allah) Sübhan’dır. Ve biz, O’na (kendimiz) güç yetiremezdik.” deyin! ( 14 ) Ve innâ ilâ rabbinâ le munkalibûn ( 14 ) Muhakkak ki biz, Rabbimize mutlaka dönecek olanlarız. ( 15 ) Ve cealû lehu min ibâdihî cuz’â, innel insâne le kefûrun mubîn ( 15 ) Ama inkarcılar O'na çocuk isnat ettiler. İnsan gerçekten apaçık nankördür. ( 16 ) Emittehaze mimmâ yahluku benâtin ve asfâkum bil benîn ( 16 ) Demek O yarattıkları arasından kızları kendisine alıp da oğulları size verdi öyle mi? ( 17 ) Ve izâ buşşira ehaduhum bi mâ darabe lir rahmâni meselen zalle vecehuhu musvedden ve huve kezîm ( 17 ) Ama Rahman olan Allah'a isnat ettiği kız evlat kendilerinden birine müjdelenince, o kimsenin içi gayzla dolarak yüzü simsiyah kesilir. ( 18 ) E ve mey yuneşşeu fîl hilyeti ve huve fîl hisâmi gayru mubîn ( 18 ) Demek, süs içinde yetiştirilecek de çekişmeyi beceremeyecek olanı Allah'a değil mi? ( 19 ) Ve cealûl melâiketellezîne hum ibâdur rahmâni inâsâ, e şehidû halkahum, se tuktebu şehâdetuhum ve yus’elûn ( 19 ) Onlar, Rahman olan Allah'ın kulları melekleri de dişi saydılar. Yaratılışlarını mı görmüşler? Onların bu şahidlikleri yazılacak ve sorguya çekileceklerdir. ( 20 ) Ve kâlû lev şâer rahmânu mâ abedenâhum, mâ lehum bi zâlike min ilm in hum illâ yahrusûn ( 20 ) "Eğer Rahman dilemiş olsaydı, biz bunlara kulluk etmezdik" derler. Buna dair bir bilgileri yoktur; onlar sadece vehimde bulunuyorlar. ( 21 ) Em âteynâhum kitâben min kabelihî fe hum bihî mustemsikûn ( 21 ) Yoksa onlara daha önce bir kitap verdik de ona mı bağlanıyorlar? ( 22 ) Bel kâlû innâ vecedenâ âbâenâ alâ ummetin ve innâ alâ âsârihim muhtedûn ( 22 ) Hayır; "Doğrusu Biz babalarımızı bir din üzerinde bulduk, biz de onların izlerinden gitmekteyiz" derler.
  • ( 23 ) Ve kezâlike mâ erselnâ min kabelike fî karyetin min nezîrin illâ kâle mutrafûgâ innâ vecedenâ âbâenâ alâ ummetin ve innâ alâ âsârihim mukutedûn ( 23 ) Senden önce, herhangi bir şehre gönderdiğimiz uyarıcıya, şımarık varlıklıları sadece: "Doğrusu babalarımızı bir din üzerinde bulduk, biz de onların izlerini izlemekteyiz" dediler. ( 24 ) Kâle e ve lev ci’tukum bi ehdâ mimmâ vecedtum aleyhi âbâekum, kâlû innâ bi mâ urusiltum bihî kâfirûn ( 24 ) Gönderilen uyarıcı: "Eğer size, babalarınızı üzerinde bulduğunuz dinden daha doğrusunu getirmiş isem de mi bana uymazsınız?" dedi. Onlar: "Doğrusu sizinle gönderilen şeyi inkar ediyoruz" dediler. ( 25 ) Fentekamnâ minhum fanzur keyfe kâne âkibetul mukezzibîn ( 25 ) Bunun üzerine Biz de onlardan öç aldık. Yalancıların sonunun nasıl olduğuna bir bak! ( 26 ) Ve iz kâle ibrâhîmu li ebîhi ve kavmihî innenî berâun mimmâ ta’budûn ( 26 ) Ve Hz. İbrâhîm, babasına ve kavmine: “Muhakkak ki ben, sizin taptığınız şeylerden uzağım.” demişti. ( 27 ) İllâllezî fataranî fe innehu se yehdîn. ( 27 ) Ancak beni yaratan hariç. Çünkü muhakkak ki O, beni hidayete erdirecektir. ( 28 ) Ve cealehâ kelimeten bâkiyeten fî akibihî leallehum yerciûn ( 28 ) İbrahim ardından geleceklere bu sözü, devamlı kalacak bir miras olarak bıraktı. Artık belki doğru yola dönerler. ( 29 ) Bel metta’tu hâulâi ve âbâehum hattâ câehumul hakku ve resûlun mubîn ( 29 ) Hayır; Ben bunları ve babalarını gerçek ve onu açıklayan bir peygamber gelene kadar geçindirdim. ( 30 ) Ve lemmâ câe humul hakku kâlû hâzâ sihrun ve innâ bihî kâfirûn ( 30 ) Gerçek kendilerine geldiği zaman: "Bu bir büyüdür. Doğrusu biz onu inkar ediyoruz" dediler. ( 31 ) Ve kâlû lev lâ nuzzile hâzâl kur’ânu alâ raculin minel karyeteyni azîm ( 31 ) "Bu Kuran, iki şehrin birinden bir büyük adama indirilmeli değil miydi?" dediler. ( 32 ) E hum yakasimûne rahmete rabbik, nahnu kasemnâ beynehum maîşetehum fîl hayâtid dunyâ ve rafa’nâ ba’dahum fevka ba’din deracâtin li yettehize ba’duhum ba’dan suhriyyâ, ve rahmetu rabbike hayrun mimmâ yecemaûn ( 32 ) Rabbinin rahmetini onlar mı taksim edip paylaştırıyorlar? Dünya hayatında onların geçimliklerini aralarında Biz taksim ettik; birbirlerine iş gördürmeleri için kimini kimine derecelerle üstün kıldık; Rabbinin rahmeti, onların biriktirdikleri şeylerden daha iyidir. ( 33 ) Ve lev lâ ey yekûnen nâsu ummeten vâhideten le cealnâ limey yekfuru bir rahmâni li buyûtihim sukufen min fiddatin ve meârice aleyhâ yazherûn. ( 33 ) Eğer insanlar tek bir ümmet haline gelecek olmasaydı, Rahmân’ı inkâr edenlerin evlerine mutlaka gümüşten tavanlar ve üzerinde yükseldikleri merdivenler yapardık.
  • ( 34 ) Ve li buyûtihim ebevâben ve sururan aleyhâ yettekiûn ( 34 ) Ve onların evlerine kapılar ve de üzerine yaslandıkları koltuklar (onları da gümüşten yapardık). ( 35 ) Ve zuhrufe, ve in kullu zâlike lemmâ metâul hayâtid dunyâ, vel âhiratu inde rabbike lil muttakîn ( 35 ) Ve (üstlerine) süsler (mücevherler yapardık). Ve bunların hepsi sadece dünya hayatının meta’ıdır. Ve ahiret ise Rabbinin katındadır ve takva sahiplerinindir. ( 36 ) Ve mey ya’şu an zikrir rahmâni nukayyid lehu şeytânen fe huve lehu karîn ( 36 ) Rahman olan Allah'ı anmayı görmezlikten gelene, yanından ayrılmayacak bir şeytanı arkadaş veririz. ( 37 ) Ve innehum le yasuddûnehum anis sebîli ve yahsebûne ennehum muhtedûn ( 37 ) Şüphesiz onlar bunları yoldan alıkorlar, bunlar da doğru yola eriştiklerini sanırlar. ( 38 ) Hattâ izâ câenâ kâle yâ leyte beynî ve beyneke bu’del meşrikayni fe bi’sel karîn ( 38 ) O (onlardan biri), sonunda (kıyâmet günü) bize geldiği zaman: “Keşke benimle senin aran, iki doğu kadar uzak olsaydı.” dedi (der). İşte bu kötü bir yakınlık. ( 39 ) Ve ley yenfeakumul yevme iz zalemtum ennekum fîl azâbi muşterikûn ( 39 ) Bugün size asla (hiçbir şey) fayda vermez. Siz zulmetmiştiniz. Muhakkak ki azapta ortaksınız. ( 40 ) E fe ente tusmius summe ev tehdîl umye ve men kâne fî dalâlin mubîn ( 40 ) Sağırlara sen mi duyuracaksın? Yoksa körleri ve apaçık sapıklıkta olanları doğru yola sen mi eriştireceksin? ( 41 ) Fe immâ nezhebenne bike fe innâ minhum muntekimûn ( 41 ) Fakat seni de aralarından mutlaka gidereceğiz (hayatına son vereceğiz). İşte o zaman mutlaka biz, onlardan intikam alacak olanlarız. ( 42 ) Ev nuriyennekellezî vaadenâhum fe innâ aleyhim mukatedirûn ( 42 ) Ya da onlara vaadettiğimizi (azabı) sana mutlaka göstereceğiz. Çünkü Biz, onların üzerinde mutlaka muktedir olanlarız (gücü yetenleriz). ( 43 ) Festemsik billezî ûhiye ileyk, inneke alâ sirâtin mustakîm ( 43 ) Sana vahyolunana sarıl, sen, şüphesiz doğru yol üzerindesin. ( 44 ) Ve innehu le zikrul leke ve li kavmik, ve sevfe tus’elûn ( 44 ) Doğrusu bu Kuran sana ve ümmetine bir öğüttür, ondan sorumlu tutulacaksınız. ( 45 ) Ves’el men erselnâ min kabelike min rusulinâ e cealnâ min dûnir rahmâni âlihetey yu’bedûn ( 45 ) Senden önce gönderdiğimiz elçilerimizden sor; Biz, Rahman olan Allah'tan başka, kulluk edilecek tanrılar meşru kılmış mıyız? ( 46 ) Ve lekade erselnâ mûsâ bi âyâtinâ ilâ fir’avne ve melâihî fe kâle innî resûlu rabbil âlemîn ( 46 ) And olsun ki Biz Musa'yı mucizelerimizle Firavun'a ve erkanına göndermiştik, "Şüphesiz ben, Alemlerin Rabbinin elçisiyim" demişti. ( 47 ) Fe lemmâ câehum bi âyâtinâ izâ hum minhâ yadhakûn ( 47 ) Onlara mucizelerimizi getirdiği zaman, bunlara gülüvermişlerdi.
  • ( 48 ) Ve mâ nurîhim min âyetin illâ hiye ekberu min uhtigâ ve ehaznâhum bil azâbi leallehum yerciûn ( 48 ) Onlara gösterdiğimiz her mucize diğerinden daha büyüktü; doğru yola dönmeleri için onları azaba uğrattık. ( 49 ) Ve kâlû yâ eyyuhâs sâhirud’u lenâ rabbeke bimâ ahide indeke innenâ le muhtedûn ( 49 ) "Ey Sihirbaz! Sana verdiği ahde göre Rabbine bizim için yalvar da doğru yola erişelim" dediler. ( 50 ) Fe lemmâ keşefnâ an humul azâbe izâ hum yenkusûn ( 50 ) Ama, azabı üzerlerinden kaldırdığımızda hemen sözlerinden döndüler. ( 51 ) Ve nâdâ fir’avnu fî kavmihî kâle yâ kavmi e leyse lî mulku misra ve hâzihil enhâru tecerî min tahtî, e fe lâ tubesirûn ( 51 ) Firavun, milletine şöyle seslendi: "Ey milletim! Mısır hükümdarlığı ve memleketimde akan bu ırmaklar benim değil mi? Görmüyor musunuz?" ( 52 ) Em ene hayrun min hâzâllezî huve mehînun ve lâ yekâdu yubîn ( 52 ) "Yahut, ben zavallı ve nerdeyse konuşamayan bu kimseden daha üstün değil miyim?" ( 53 ) Fe lev lâ ulkiye aleyhi esviratun min zehebin ev câe meahul melâiketu mukaterinîn ( 53 ) "Ona altın bilezikler verilmeli veya yanında ona yardım edecek melekler gelmeli değil mi?" ( 54 ) Festehaffe kavmehu fe atâûh, innehum kânû kavmen fâsikîn ( 54 ) Firavun, milletini küçümsedi ama, onlar kendisine yine de itaat ettiler. Doğrusu onlar yoldan çıkmış bir milletti. ( 55 ) Fe lemmâ âsefûnântekamnâ minhum fe agraknâhum ecemaîn ( 55 ) Böylece Bizi öfkelendirince onlardan öç aldık, hepsini suda boğduk. ( 56 ) Fe cealnâhum selefen ve meselel lil âhirîn ( 56 ) Onları, sonradan gelecek inkarcılara ibret alınacak bir geçmiş kıldık. ( 57 ) Ve lemmâ duribebenu meryeme meselen izâ kavmuke minhu yasiddûn ( 57 ) Meryem oğlu misal verilince, senin milletin buna gülüp geçiverdi. ( 58 ) Ve kâlû e âlihetunâ hayrun em huv, mâ darabûhu leke illâ cedelâ, bel hum kavmun hasimûn ( 58 ) "Bizim tanrımız mı yoksa o mu daha iyidir?" dediler. Sana böyle söylemeleri, sadece, tartışmaya girişmek içindir. Onlar şüphesiz kavgacı bir millettir. ( 59 ) İn huve illâ abedun en’amnâ aleyhi ve cealnâhu meseley li benî isrâîl ( 59 ) Meryemoğlu, ancak kendisine nimet verdiğimiz ve İsrailoğullarına örnek kıldığımız bir kuldur. ( 60 ) Ve lev neşâu le cealnâ minkum melâiketen fîl ardi yahlufûn ( 60 ) Eğer dileseydik, size bedel yeryüzünde sizin yerinizi tutacak melekler var ederdik.
  • ( 61 ) Ve innehu le ilmun lis sâati, fe lâ temterunne bihâ vettebiûn, hâzâ sirâtun mustakîm ( 61 ) O kıyametin kopacağını bildirir; o saatin geleceğinden şüphe etmeyin, Bana uyun, bu doğru yoldur. ( 62 ) Ve lâ yasuddennekumuş şeytân, innehu lekum aduvvun mubîn ( 62 ) Sakın şeytan sizi bu yoldan alıkoymasın; şüphesiz o size apaçık bir düşmandır. ( 63 ) Ve lemmâ câe îsâ bil beyyinâti kâle kade ci’tukum bil hikmeti ve li ubeyyine lekum ba’dellezî tahtelifûne fîh, fettekûllâhe ve etîûn. ( 63 ) İsa, belgeleri getirdiği zaman demişti ki: "Size hikmetle ve ayrılığa düştüğünüz şeylerin bir kısmını açıklamak üzere geldim. Allah'a karşı gelmekten sakının, bana itaat edin." ( 64 ) İnnallâhe huve rabbî ve rabbukum fa’budûh, hâzâ sirâtun mustakîm ( 64 ) "Doğrusu Allah benim de Rabbimdir, sizin de Rabbinizdir, artık O'na kulluk edin, bu, doğru yoldur." ( 65 ) Fahtelefel ahzâbu min beynihim, fe veylun lillezîne zalemû min azâbi yevmin elîm ( 65 ) Ama, aralarında guruplaştılar, ayrılığa düştüler. Kıyamet gününün can yakıcı azabına uğrayacak zalimlerin vay haline! ( 66 ) Hel yanzurûne illâs sâate en te’tiyehum bagteten ve hum lâ yeş’urûn ( 66 ) Onlar farkında değillerken kıyamet gününün kendilerine ansızın gelmesini mi bekliyorlar? ( 67 ) El ehillâ u yevme izin ba’duhum li ba’dîn aduvvun illâl muttakîn ( 67 ) O gün Allah'a karşı gelmekten sakınanlar dışında, dost olanlar birbirine düşman olurlar. ( 68 ) Yâ ibâdi lâ havfun aleykumul yevme ve lâ entum tahzenûn ( 68 ) Allah: "Ey kullarım! Bugün size korku yoktur, siz üzülmeyeceksiniz" der. ( 69 ) Ellezîne âmenû bi âyâtinâ ve kânû muslimîn ( 69 ) Bunlar, ayetlerimize inanmış ve kendilerini Bize vermişlerdir. ( 70 ) Udhulûl cennete entum ve ezvâcukum tuhberûn ( 70 ) Şöyle denir: "Siz ve eşleriniz, ağırlanmış olarak cennete giriniz." ( 71 ) Yutâfu aleyhim bi sihâfin min zehebin ve ekvâbe, ve fîhâ mâ teştehîhil enfusu ve telezzul a’yun, ve entum fîhâ hâlidûn ( 71 ) Onlar için altın kadeh ve tepsiler dolaştırılır, canlarının istediği ve gözlerinin hoşlandığı her şey oradadır. Siz orada ebedi kalacaksınız. ( 72 ) Ve tilkel cennetulletî ûristumûhâ bi mâ kuntum ta’melûn ( 72 ) İşlediklerinize karşılık, size miras verilen işte bu cennettir. ( 73 ) Lekum fîhâ fâkihetun kesîratun minhâ te’kulûn ( 73 ) Orada sizin için bol yemiş vardır, onlardan yersiniz.
  • ( 74 ) İnnel mucerimîne fî azâbi cehenneme hâlidûn ( 74 ) Doğrusu suçlular, temelli kalacakları cehennemin azabı içindedirler. ( 75 ) Lâ yufetteru anhum ve hum fîhi mubelisûn ( 75 ) Azaba hiç ara verilmez, onlar orada tamamen umutsuzdurlar. ( 76 ) Ve mâ zalemnâhum ve lâkin kânû humuz zâlimîn ( 76 ) Biz onlara zulmetmedik, ama onlar zalim kimselerdi. ( 77 ) Ve nâdev yâ mâliku li yakidi aleynâ rabbuk, kâle innekum mâkisûn ( 77 ) Cehennemde şöyle seslenilir: "Ey Nöbetçi! Rabbin hiç değilse canımızı alsın." Nöbetçi: "Siz böyle kalacaksınız" der. ( 78 ) Lekade ci’nâkum bil hakki ve lâkinne ekserakum lil hakki kârihûn ( 78 ) And olsun ki, size gerçeği getirdik; fakat çoğunuz gerçeği sevmiyorsunuz. ( 79 ) Em eberamû emran fe innâ muberimûn ( 79 ) Yoksa bir işe mi karar verdiler? Doğrusu Biz de kararlıyız. ( 80 ) Em yahsebûne ennâ lâ nesmeu sirrahum ve necevâhum, belâ ve rusulunâ ledeyhim yektubûn ( 80 ) Yoksa, kendilerinin gizli veya açık konuşmalarını duymayız mı sanırlar? Hayır; öyle değil; yanlarındaki elçilerimiz yazmaktadır. ( 81 ) Kul in kâne lir rahmâni veledun fe ene evvelul âbidîn ( 81 ) De ki: "Eğer Rahman olan Allah'ın çocuğu olsa, kulluk edenlerin ilki ben olurdum." ( 82 ) Subehâne rabbis semâvâti vel ardi rabbil arşi ammâ yasifûn ( 82 ) Göklerin ve yerin Rabbi, Arşın Rabbi onların vasıflandırmalarından münezzehtir. ( 83 ) Fe zerehum yahûdû ve yel’abû hattâ yulâkû yevme humullezî yû’adûn ( 83 ) Bırak onları, kendilerine söz verilen güne kavuşana kadar, dalsınlar, oynasınlar. ( 84 ) Ve huvellezî fîs semâi ilâhun ve fîl ardi ilâh, ve huvel hakîmul alîm ( 84 ) Gökte de Tanrı, yerde de Tanrı O'dur. Hakim olan, her şeyi bilen O'dur. ( 85 ) Ve tebârakellezî lehu mulkus semâvâti vel ardi ve mâ beynehumâ, ve indehu ilmus sâati, ve ileyhi turceûn ( 85 ) Göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunanların hükümranlığı kendisinin olan Allah ne yücedir! Kıyamet saatini bilmek O'na aittir. O'na döneceksiniz. ( 86 ) Ve lâ yemlikullezîne yede’ûne min dûnihiş şefâate illâ men şehide bil hakki ve hum ya’lemûn ( 86 ) Allah'ı bırakıp yalvardıkları şeyler, şefaat edemezler. Ancak hakkı bilip ona şahidlik edenler bunun dışındadır. ( 87 ) Ve le in seeltehum men halakahum le yekûlunnallâh fe ennâ yu’fekûn ( 87 ) And olsun ki, onlara kendilerini kimin yarattığını sorsan: "Allah" derler. Öyleyken nasıl da aldatılıp döndürülüyorlar? ( 88 ) Ve kîlihi yâ rabbi inne hâulâi kavmun lâ yuk’minûn ( 88 ) O’nun (Hz. Muhammed (S.A.V)’in): “Ey Rabbim, bunlar gerçekten mü’min olmayan bir kavimdir.” demesine andolsun. ( 89 ) Fasfah anhum ve kul selâm, fe sevfe ya’lemûn ( 89 ) Bundan sonra onlardan vazgeç ve: “Selâm olsun.” de. Artık yakında bilecekler.
  • 44. Duhân Sûresi ( سُورَةُ الدُّخَانِ ) Surah Ad-Dukhaan

    Bismillâhir rahmânir rahîm
    Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla

    ( 1 ) Hâ mîm. ( 1 ) Ha, Mim. ( 2 ) Vel kitâbil mubîn. ( 2 ) Kitab-ı Mübîn’e (Apaçık Kitab’a) andolsun. ( 3 ) İnnâ enzelnâhu fî leyletin mubârakeh innâ kunnâ munzirîn. ( 3 ) Muhakkak ki Biz onu, mübarek bir gecede indirdik. Şüphesiz Biz, uyaranlarız. ( 4 ) Fihâ yufraku kullu emrin hakîm. ( 4 ) Hikmetli (hükmedilmiş) emirlerin (işlerin) hepsi, onda (o gecede) ayırt edilir (belirlenir). ( 5 ) Emran min indinâ innâ kunnâ mursilîn ( 5 ) Katımızdan bir emir olarak. Muhakkak ki Biz, (Kur’ân’ı ve resûlleri) gönderenleriz. ( 6 ) Rahmeten mi rabbik, innehu huves semîul alîm. ( 6 ) Rabbinden bir rahmet olarak. Muhakkak ki O; O, en iyi işiten, en iyi bilendir. ( 7 ) Rabbis semâvâti vel ardi ve mâ beynehumâ, in kuntum mûkinîn. ( 7 ) Göklerin ve yerin ve ikisi arasındakilerin Rabbidir. Eğer siz yakîn sahibi iseniz. ( 8 ) Lâ ilâhe illâ huve yuhyî ve yumît, rabbukum ve rabbu âbâikumul evvelîn. ( 8 ) O'ndan başka tanrı yoktur; diriltir ve öldürür. Sizin de Rabbiniz önceki atalarınızın da Rabbidir. ( 9 ) Bel hum fî şekkin yel’abûn. ( 9 ) Ama inkarcılar, dirilmekten şüphededirler, bunu eğlenceye alırlar. ( 10 ) Fertekibe yevme te’tîs semâu bi duhânin mubîn. ( 10 ) Artık göğün, apaçık duman (fitne) getireceği günü gözle. ( 11 ) Yagşân nâs, hâzâ azâbun elîm. ( 11 ) (O fitne ki) insanları (insanların büyük kısmını) sarmıştır. İşte bu, elîm bir azaptır. ( 12 ) Rabbenâkşif annâl azâbe innâ muk’minûn. ( 12 ) İnsanlar: "Rabbimiz! Bu azabı bizden kaldır; doğrusu artık biz inananlarız" derler. ( 13 ) Ennâ lehumuz zikrâ ve kade câehum resûlun mubîn. ( 13 ) Onlara (herşeyi) açıklayan bir resûl gelmişti. (Buna rağmen resûlün söylediklerinden) ibret almadılar. ( 14 ) Summe tevellev anhu ve kâlû muallemun mecenûn. ( 14 ) Ve (O’NA) (şeytan tarafından vahyedilerek) “öğretilmiş” ve “deli” dediler ve sonra O’NDAN yüz çevirdiler. ( 15 ) İnnâ kâşifûl azâbi kalîle innekum âidûn. ( 15 ) Biz sizden azabı az bir süre için kaldıracağız, siz yine de eski inkarcılığınıza döneceksiniz. ( 16 ) Yevme nebetişul batşetel kuberâ innâ muntekimûn. ( 16 ) Onları çarptıkça çarpacağımız gün öcümüzü şüphesiz alırız. ( 17 ) Ve lekade fetennâ kabelehum kavme fir’avne ve câehum resûlun kerîm. ( 17 ) And olsun ki, onlardan önce, Firavun milletini denemiştik. Onlara gelen değerli bir peygamber demişti ki: ( 18 ) En eddû ileyye ibâdallâh, innî lekum resûlun emîn. ( 18 ) "Ey Allah'ın kulları! Bana gelin, doğrusu ben size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim."
  • ( 19 ) Ve el lâ ta’lû alâllâh, innî âtîkum bi sultânin mubîn. ( 19 ) "Allah'a karşı üstün gelmeye kalkışmayın; doğrusu ben size apaçık bir delil getirdim." ( 20 ) Ve innî uztu bi rabbî ve rabbikum en tercumûn. ( 20 ) "Beni taşlamanızdan ötürü, benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah'a sığındım." ( 21 ) Ve in lem tu’minû lî fa’tezilûn. ( 21 ) "Bana inanmazsanız, başımdan çekilin." ( 22 ) Fe deâ rabbehû enne hâulâi kavmun mucerimûn. ( 22 ) Bunlar, suçlu bir millet olduğu için, Rabbine yardım etmesi için yalvardı. ( 23 ) Fe esri bi ibâdî leylen innekum muttebeûn. ( 23 ) Allah da şöyle buyurdu: "Kullarımı geceleyin yola çıkar; şüphesiz takip olunacaksınız." ( 24 ) Vetrukil bahra rahvâ, innehum cundun mugrakûn. ( 24 ) "Denizi sakin iken geride bırak, doğrusu onlar suda boğulacak bir ordudur." ( 25 ) Kem terakû min cennâtin ve uyûn. ( 25 ) Bahçelerden ve pınarlardan nicelerini terkettiler. ( 26 ) Ve zurûin ve makâmin kerîm. ( 26 ) Ve ekinler ve kerim mekânlar (güzel köşkler). ( 27 ) Ve na’metin kânû fîhâ fâkihîn. ( 27 ) Ve orada zevk içinde yaşadıkları ni’metler (terkettiler). ( 28 ) Kezâlik ve evrasnâhâ kavmen âharîn. ( 28 ) Bu böyledir; onları başka bir millete miras bıraktık. ( 29 ) Fe mâ beket aleyhimus semâu vel ardu ve mâ kânû munzarîn. ( 29 ) Gök ve yer, onlar için gözyaşı dökmedi, onlar erteye bırakılmamışlardı. ( 30 ) Ve lekade necceynâ benî isrâîle minel azâbil muhîn. ( 30 ) Ve andolsun ki Biz, İsrailoğullarını (firavunun) zelil azab(ın)dan kurtardık. ( 31 ) Min fir’avn, innehu kâne âliyen minel musrifîn. ( 31 ) O firavun ki, şüphesiz o, haddi aşanlardan ve büyüklük taslayanlardandı. ( 32 ) Ve lekadihternâhum alâ ilmin alâl âlemîn. ( 32 ) And olsun ki, onların durumunu bilerek dünyaların üzerinde seçkin kıldık. ( 33 ) Ve âteynâhum minel âyâti mâ fîhi belâun mubîn. ( 33 ) Onlara, her birinde açıkça bir imtihan bulunan, mucizeler verdik. ( 34 ) İnne hâulâi le yekûlûn. ( 34 ) Gerçekten onlar, mutlaka diyecekler ki. ( 35 ) İn hiye illâ mevtetunâl ûlâ ve mâ nahnu bi munşerîn. ( 35 ) (Bizim ölümümüz) sadece ilk ölümümüzdür. Ve biz, neşrolunacak (tekrar diriltilecek) değiliz. ( 36 ) Fe’tû bi âbâinâ in kuntum sâdikîn. ( 36 ) Siz doğru söyleyenlerseniz, o halde babalarımızı (geri) getirin. ( 37 ) E hum hayrun em kavmu tubbein vellezîne min kabelihim, ehleknâhum innehum kânû mucerimîn. ( 37 ) Bunlar mı daha üstün yoksa Tubba milleti ve onlardan öncekiler mi? Onları yok etmişizdir, çünkü onlar suçlu idiler. ( 38 ) Ve mâ halakenâs semâvâti vel arda ve mâ beynehumâ lâibîn. ( 38 ) Biz gökleri, yeri ve ikisinin arasında bulunanları oyun olsun diye yaratmadık. ( 39 ) Mâ halaknâhumâ illâ bil hakki ve lâkinne ekserahum lâ ya’lemûn. ( 39 ) Biz onları, ancak ve ancak gerektiği gibi yarattık, ama insanların çoğu bilmezler.
  • ( 40 ) İnne yevmel fasli mîkâtuhum ecemaîn. ( 40 ) Doğrusu hüküm günü hepsinin bir arada bulunacağı gündür. ( 41 ) Yevme lâ yugnî mevlen en mevlen şey’en ve lâ hum yunsarûn. ( 41 ) O gün, dostun dosta hiçbir faydası olmaz, yardım da görmezler. ( 42 ) İllâ mer rahimallâh, innehu huvel azîzur rahîm. ( 42 ) Yalnız, Allah'ın merhamet ettiği kimseler bunların dışındadır. O, şüphesiz güçlüdür, merhametlidir. ( 43 ) İnne şeceratez zakkûm. ( 43 ) Günahkârların yemeğidir. ( 44 ) Taâmul esîm. ( 44 ) Günahkârların yemeğidir. ( 45 ) Kel muhli, yaglî fîl butûn. ( 45 ) Erimiş maden gibi karınlarında kaynar. ( 46 ) Ke galyil hamîm. ( 46 ) Kaynar suyun kaynaması gibi. ( 47 ) Huzûhu fa’tilûhu ilâ sevâil cahîm. ( 47 ) Onu tutun (yakalayın)! Hemen cehennemin ortasına sürükleyin. ( 48 ) Summe subbû fevka ra’sihî min azâbil hamîm. ( 48 ) Sonra başının üstüne azap olarak kaynar su dökün. ( 49 ) Zuku, inneke entel azîzul kerîm. ( 49 ) (Azabı) tat! (Hani) sen, gerçekten azîzdin ve kerimdin (kendini öyle zannediyordun). ( 50 ) İnne hâzâ mâ kuntum bihî temterûn. ( 50 ) Muhakkak ki bu azap, sizin şüphe ettiğiniz şeydir. ( 51 ) İnnel muttakîne fî makâmin emîn. ( 51 ) Muhakkak ki takva sahipleri, mutlaka emin makamlardadır. ( 52 ) Fî cennâtin ve uyûn. ( 52 ) Allah'a karşı gelmekten sakınmış olanlar ise, güvenli bir yerde, bahçelerde ve pınar başlarındadırlar. ( 53 ) Yelbesûne min sundusin ve isteberakin mutekâbilîn. ( 53 ) İnce ipekten ve parlak atlastan giyinerek karşılıklı otururlar. ( 54 ) Kezâlike ve zevvecenâhum bi hûrin în. ( 54 ) Bu böyledir; onları iri siyah gözlü hurilerle eşlendiririz. ( 55 ) Yede’ûne fîhâ bi kulli fâkihetin âminîn. ( 55 ) Orada, güven içinde olarak her yemişi isteyebilirler. ( 56 ) Lâ yezûkûne fîhâl mevte illâl mevtetel ûlâ, ve vekâhum azâbel cahîm. ( 56 ) Orada ilk ölümden başka ölüm tatmazlar. Ve (Allah, böylece) onları cehennem azabından korumuştur. ( 57 ) Fadlen mir rabbik zâlike huvel fevzul azîm. ( 57 ) Senin Rabbinden fazl (lütuf) olarak işte bu, (en büyük kurtuluş) fevz-ül azîmdir. ( 58 ) Fe innemâ yessernâhu bi lisânike leallehum yetezekkerûn. ( 58 ) İşte böylece O’nu (Kur’ân-ı Kerim’i), senin lisanın ile kolaylaştırdık. Umulur ki onlar tezekkür ederler. ( 59 ) Fertekibi innehum murtekibûn. ( 59 ) Biz, öğüt alırlar diye, Kuran'ı senin dilinde indirerek kolayca anlaşılmasını sağladık. Sen bekle, onlar da beklemektedirler.
  • 45. Câsiye Sûresi ( سُورَةُ الْجَاثِيَةِ ) Surah Al-Jaathiya

    Bismillâhir rahmânir rahîm
    Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla

    ( 1 ) Hâ mîm. ( 1 ) Ha, Mim. ( 2 ) Tenzîlul kitâbi minallâhil azîzil hakîm. ( 2 ) Kitap'ın indirilmesi, güçlü ve Hakim olan Allah katındandır. ( 3 ) İnne fîs semâvâti vel ardi le âyâtin lil muk’minîn. ( 3 ) Göklerde ve yerde inananlara nice dersler vardır. ( 4 ) Ve fî halkikum ve mâ yebussu min dâbbetin âyâtun li kavmiy yûkinûn ( 4 ) Ey insanlar! Sizin yaratılmanızda ve canlıların yeryüzünde yayılmasında, kesin olarak inanan kimseler için ibretler vardır. ( 5 ) Vahtilâfil leyli ven nehâri ve mâ enzelallâhu mines semâi mir rizkin fe ahyâ bihil arda ba’de mevtihâ ve tasrîfir rîyâhi âyâtun li kavmin ya’kilûn ( 5 ) Gece ile gündüzün birbiri ardından gelmesinde, gökten, Allah'ın rızık vermek için yağmur indirip, yeri onunla, ölümünden sonra diriltmesinde, rüzgarları yönetmesinde, akleden kimseler için dersler vardır. ( 6 ) Tilke âyâtullahi netlûhâ aleyke bil hakk, fe bi eyyi hadîsin ba’dallâhi ve âyâtihî yuk’minûn. ( 6 ) İşte sana gerçek olarak anlattığımız bunlar, Allah'ın varlığının delilleridir. Artık Allah'tan ve O'nun delillerinden sonra hangi söze inanırlar? ( 7 ) Veylun li kulli effâkin esîm. ( 7 ) Bütün yalancı günahkârların vay haline. ( 8 ) Yesmeu âyâtillâhi tutlâ aleyhi summe yusirru mustekbiran ke el lem yesma’hâ, fe beşşirhu bi azâbin elîm. ( 8 ) Kendisine okunan, Allah’ın âyetlerini işitir. Sonra onu işitmemiş gibi kibirlenerek israr eder. Artık onu, elîm azap ile müjdele. ( 9 ) Ve izâ alime min âyâtinâ şey’enittehazehâ huzuvâ, ulâike lehum azâbun muhîn ( 9 ) Âyetlerimizden bir şey öğrendikleri zaman onu alay konusu edinirler. İşte onlar; onlar için alçaltıcı azap vardır. ( 10 ) Min verâihim cehennem, ve lâ yugnî anhum mâ kesebû şey’en ve lâ mâttehazû min dûnillâhi evliyâ, ve lehum azâbun azîm ( 10 ) Cehennem onların arkalarındadır. Ve kazandıkları şeyler onlara fayda vermez. Ve Allah’tan başka dost edindikleri de. Ve onlar için büyük azap vardır. ( 11 ) Hâzâ hudâ, vellezîne keferû bi âyâti rabbihim lehum azâbun mir ricezin elîm. ( 11 ) İşte bu Kuran doğruluk rehberidir. Rablerinin ayetlerini inkar edenlere, onlara, tiksindiren, can yakan bir azap vardır. ( 12 ) Allâhullezî sahhara lekumul bahra li teceriyel fulku fîhi bi emrihî ve li tehtegû mir fadlihî ve leallekum teşkurûn ( 12 ) Emri gereğince denizde yüzmek üzere gemileri, lütfedip verdiği rızkı aramanız için denizi buyruğunuz altına veren Allah'tır, belki artık şükredersiniz. ( 13 ) Ve sahhara lekum mâ fîs semâvâti ve mâ fîl ardi cemîan minh, inne fî zâlike le âyâtil lil kavmin yetefekkerûn ( 13 ) Göklerde olanları, yerde olanları, hepsini sizin buyruğunuz altına vermiştir. Doğrusu bunlarda, düşünen kimseler için dersler vardır.
  • ( 14 ) Kul lillezîne âmenû yagfirû lillezîne lâ yercûne eyyâmallâhi li yeciziye kavmen bi mâ kânû yeksibûn. ( 14 ) İnanmışlara de ki: Allah'ın bir milleti yaptıklarına karşılık cezalandıracağı günlerin geleceğini ummayanları şimdilik bağışlasınlar. ( 15 ) Men amile sâlihan fe li nefsih, ve men esâe fe aleyhâ summe ilâ rabbikum turceûn ( 15 ) Kim yararlı iş işlerse kendinedir; kim kötülük yaparsa kendi aleyhinedir. Sonra Rabbinize döndürülürsünüz. ( 16 ) Ve lekade âteynâ benî isrâîl el kitâbe vel hukme ven nubuvvete ve razakanâhum minet tayyibâti ve faddalnâhum alâl âlemîn. ( 16 ) And olsun ki Biz, İsrailoğullarına Kitap, hüküm ve peygamberlik verdik; onları temiz şeylerle rızıklandırdık; onları dünyalara üstün kıldık. ( 17 ) Ve âteynâhum beyyinâtin minel emr, fe mâhtelefû illâ min ba’di mâ câehumul ilmu bagyen beynehum, inne rabbeke yakadî beynehum yevmel kiyâmeti fî mâ kânû fîhi yahtelifûn. ( 17 ) Din konusunda, onlara belgeler verdik; ancak, kendilerine ilim geldikten sonra birbirini çekememezlikten ayrılığa düştüler. Rabbin kıyamet günü, ayrılığa düştükleri şeyler hakkında şüphesiz aralarında hükmedecektir. ( 18 ) Summe cealnâke alâ şerîatin minel emri fettebi’hâ ve lâ tettebi’ ehvâellezîne lâ ya’lemûn. ( 18 ) Sonra seni de din konusunda bir şeriat sahibi kıldık, ona uy; bilmeyenlerin heveslerine uyma. ( 19 ) İnnehum ley yugnû anke minallâhi şey’â, ve innez zâlimîne ba’duhum evliyâu ba’, vallâhu veliyyul muttakîn. ( 19 ) Şüphesiz onlar, seni Allah'tan müstağni kılamazlar. Doğrusu zalimler birbirlerinin dostudurlar. Sakınanların dostu ise Allah'tır. ( 20 ) Hâzâ basâiru lin nâsi ve huden ve rahmetun li kavmin yûkinûn. ( 20 ) Bu Kuran, insanlar için açık belgeler; kesin olarak inanan millet için doğruluk rehberi ve rahmettir. ( 21 ) Em hasibellezîneceterahûs seyyiâti en nece’alehum kellezîne âmenû ve amilûs sâlihâti sevâen mahyâhum ve memâtuhum, sâe mâ yahkumûn. ( 21 ) Yoksa, kötülük işleyen kimseler, ölümlerinde ve diriliklerinde kendilerini, inanıp yararlı iş işleyen kimseler ile bir mi tutacağımızı sandılar? Ne kötü hüküm veriyorlar! ( 22 ) Ve halakallâhus semâvâti vel arda bil hakki ve li tucezâ kullu nefsin bimâ kesebet ve hum lâ yuzlemûn. ( 22 ) Allah gökleri ve yeri gerçekle yaratmıştır; her cana, kazandığının karşılığı verilir, onlara zulmedilmez.
  • ( 23 ) E fe raeyte menittehaze ilâhehu hevâhu ve edallehullâhu alâ ilmin ve hateme alâ sem’ihî ve kalbihî ve ceale alâ basarihî gişâveten, fe mey yehdîhi min ba’dillâh, e fe lâ tezekkerûn. ( 23 ) Heva ve hevesini tanrı edinen, bilgisi olduğu halde Allah'ın şaşırttığı, kulağını ve kalbini mühürlediği, gözünü perdelediği kimseyi gördün mü? Onu Allah'tan başka kim doğru yola eriştirebilir? Ey insanlar! Anlamaz mısınız? ( 24 ) Ve kâlû mâ hiye illâ hayâtunâd dunyâ nemûtu ve nahyâ ve mâ yuhlikunâ illâd dehr, ve mâ lehum bi zâlike min ilm, in hum illâ yezunnûn. ( 24 ) "Hayat, ancak bu dünyadaki hayatımızdır. Ölürüz ve yaşarız; bizi ancak zamanın geçişi yokluğa sürükler" derler. Onların bu hususta bir bilgisi yoktur, sadece böyle sanırlar. ( 25 ) Ve izâ tutlâ aleyhim âyâtunâ beyyinâtin mâ kâne huccetehum illâ en kâlû’tû bi âbâinâ in kuntum sâdikîn. ( 25 ) Ayetlerimiz onlara açıkça okunduğu zaman, delilleri yalnızca: "Doğru sözlü iseniz babalarımızı getirin bakalım" demek olur. ( 26 ) Kulillâhu yuhyîkum summe yumîtukum summe yecemeukum ilâ yevmil kiyâmeti lâ raybe fîhi ve lâkinne ekseran nâsi lâ ya’lemûn. ( 26 ) De ki: "Sizi Allah diriltir, sonra öldürür, sonra sizi şüphe götürmeyen kıyamet gününde toplar. Ama insanların çoğu bilmezler." ( 27 ) Ve lillâhi mulkus semâvâti vel ard, ve yevme tekûmus sâatu yevme izin yahserul mubetilûn. ( 27 ) Göklerin ve yerin hükümranlığı Allah'ındır. Kıyamet kopacağı gün, işte o gün, batıl sözlere uymuş olanlar hüsranda kalırlar. ( 28 ) Ve terâ kulle ummetin câsiyeh, kullu ummetin tude’â ilâ kitâbihâ, el yevme tucezevne mâ kuntum ta’melûn. ( 28 ) Her ümmeti diz üstü çökmüş olarak görürsün. Her ümmet kitabına çağrılır. Onlara denir ki: "Bugün, size işlediğinizin karşılığı verilecektir." ( 29 ) Hâzâ kitâbunâ yentiku aleykum bil hakk, innâ kunnâ nestensihu mâ kuntum ta’melûn. ( 29 ) "Bu kitabımız gerçekten sizin aleyhinize konuşur. Biz yaptıklarınızı şüphesiz bir bir kaydediyorduk." ( 30 ) Fe emmâllezîne âmenû ve amilûs sâlihâti fe yudehiluhum rabbuhum fî rahmetih, zâlike huvel fevzul mubîn. ( 30 ) İnanıp, yararlı iş işleyenlere gelince, Rableri onları rahmetine garkeder. İşte bu, apaçık kurtuluştur. ( 31 ) Ve emmâllezîne keferû, e fe lem tekun âyâtî tutlâ aleykum festekbertum ve kuntum kavmen mucerimîn. ( 31 ) Ama, inkar eden kimselere denir ki: "Ayetlerim size okunmuş, siz de büyüklenip suçlu bir millet olmuştunuz değil mi?" ( 32 ) Ve izâ kîle inne va’dallâhi hakku ves sâatu lâ raybe fîhâ kultum mâ nederî mâs sâatu in nezunnu illâ zannen ve mâ nahnu bi musteykinîn. ( 32 ) "Doğrusu Allah'ın verdiği söz gerçektir, kıyamet saati şüphe götürmez" dendiği zaman: "Kıyametin ne olduğunu bilmiyoruz, yalnız yoktur sanıyoruz, buna dair kesin bir bilgi elde etmiş değiliz" derdiniz.


Âyetleri daha iyi anlamak için ehl-i sünnet hocalarımızın tefsirini okumanız tavsiye edilir.