Cüz   20
Kur’ân sayfa no : 381 - 400  
Okuyan : Şeyh Abdul Rahman Al-Ussi   ( Kâbe İmamı )

  • Eûzu billahi mine’ş-şeytani’r-racim
    Kovulmuş Olan Şeytanın Şerrinden Allah’a Sığınırım

    ( 56 ) Fe mâ kâne cevâbe kavmihî illâ en kâlû ahricû âle lûtin min karyetikum innehum unâsuy yetetahharûn. ( 56 ) Milletinin cevabı sadece: "Lut'un ailesini kasabanızdan çıkarın, güya onlar temiz kalmaya çalışan insanlarmış" demek oldu. ( 57 ) Fe enceynâhu ve ehlehû illâmraetehu kaddernâhâ minel gâbirîn. ( 57 ) Bunun üzerine onu ve ailesini kurtardık, yalnız karısının geride kalanlardan olmasını gerekli bulduk. ( 58 ) Ve emtarnâ aleyhim matarâne, fe sâe matarul munzerîn. ( 58 ) Geride kalanların üzerlerine bir yağmur yağdırdık. Uyarılan fakat yola gelmeyenlerin yağmuru ne kötü idi! ( 59 ) Kulil hamdu lillâhi ve selâmun alâ ibâdihillezînestafâ, âllâhu hayrun em mâ yuşrikûn. ( 59 ) De ki: "Hamd Allah'a mahsustur, seçtiği kullarına selam olsun. Allah mı daha iyidir, yoksa O'na koştukları ortaklar mı?" ( 60 ) Em men halakas semâvâti vel arda ve enzele lekum mines semâi mâen, fe enbetnâ bihî hadâika zâte behcetin, mâ kâne lekum en tunbitû şecerehâ, e ilâhun meallâh, bel hum kavmuy ya’dilûn. ( 60 ) Yoksa gökleri ve yeri yaratan, gökten size su indirip onunla, bir ağacını bile bitirmeye gücünüzün yetmediği, güzel güzel bahçeler meydana getiren mi? Allah'ın yanında başka bir tanrı mı? Hayır; onlar taptıklarını Allah'a eşit tutan bir millettir. ( 61 ) Em men cealel arda karâran ve ceale hilâlehâ enhâren ve ceale lehâ ravâsiye ve ceale beynel bahreyni hâcizâ, e ilâhun meallâh, bel ekseruhum lâ ya’lemûn. ( 61 ) Yoksa yeri, yaratıklarının oturmasına elverişli kılan ve aralarında ırmaklar meydana getiren, yeryüzüne sabit dağlar yerleştiren, iki deniz arasına engel koyan mı? Allah'ın yanında başka bir tanrı mı? Hayır; çoğu bilmezler. ( 62 ) Em mey yucîbul mudtarra izâ deâhu ve yekşifus sûe ve yece’alukum hulefâel ard, e ilâhun meallâh, kalîlen mâ tezekkerûn. ( 62 ) Yoksa, darda kalana, kendisine yakardığı zaman karşılık veren, başındaki sıkıntıyı gideren ve sizi yeryüzünün sahipleri yapan mı? Allah'ın yanında başka bir tanrı mi? Pek kıt düşünüyorsunuz. ( 63 ) Em mey yehdîkum fî zulumâtil berri vel bahri ve mey yursilur riyâha buşran beyne yedey rahmetih, e ilâhun meallâh, teâlallâhu ammâ yuşrikûn. ( 63 ) Yoksa, karanın ve denizin karanlıklarında size yol bulduran, rüzgarları rahmetinin önünde müjdeci gönderen mi? Allah'ın yanında başka bir tanrı mı? Allah, koştukları eşlerden yücedir.
  • ( 64 ) Em mey yebedeul halka summe yuîduhu ve mey yerzukukum mines semâi vel ard, e ilâhun meallâh, kul hâtû burhânekum in kuntum sâdikîn. ( 64 ) Yoksa, önce yaratan, sonra da yaratmayı tekrar edecek olan; size gökten ve yerden rızık veren mi? Allah'ın yanında başka bir tanrı mı? De ki: "Eğer doğru sözlülerden iseniz, açık delilinizi getirin." ( 65 ) Kul lâ ya’lemu men fîs semâvâti vel ardil gaybe illâllâh ve mâ yeş’urûne eyyâne yube’asûn. ( 65 ) De ki: "Göklerde ve yerde gaybı Allah'tan başka bilen yoktur." Ne zaman diriltileceklerini de bilmezler. ( 66 ) Beliddâreke ilmuhum fîl âhirah, bel hum fî şekkin minhâ, bel hum minhâ amûn. ( 66 ) Ahirete dair bilgileri yeterli midir? Hayır; ondan şüphe etmektedirler. Hayır; ona karşı kördürler. ( 67 ) Ve kâlellezîne keferû e izâ kunnâ turâben ve âbâunâ e innâ le muhracûn. ( 67 ) Ve kâfirler (şöyle) dediler: "Babalarımız ve biz toprak olduktan sonra mı? Gerçekten biz, mutlaka (topraktan) çıkarılacak mıyız?" ( 68 ) Lekade vuidenâ hâzâ nahnu ve âbâunâ min kabelu in hâzâ illâ esâtîrul evvelîn. ( 68 ) Andolsun ki bu, bize ve daha önce de babalarımıza vaadedilmişti. Ancak bunlar (sadece) evvelkilerin (efsaneleridir). ( 69 ) Kul sîrû fîl ardi fanzurû keyfe kâne âkibetul mucerimîn. ( 69 ) De ki: "Yeryüzünde gezin, suçluların sonunun nasıl olduğuna bir bakın." ( 70 ) Ve lâ tahzen aleyhim ve lâ tekun fî daykin mimmâ yemkurûn. ( 70 ) Onlara üzülme. Hilelerine karşı da sıkılma. ( 71 ) Ve yekûlûne metâ hâzâl va’du in kuntum sâdikîn. ( 71 ) Onlar: "Eğer doğru söylüyorsanız, bildirin, bu sözünüz ne zaman yerine gelecektir?" derler. ( 72 ) Kul asâ ey yekûne radife lekum ba’dullezî testa’cilûn. ( 72 ) De ki: "Acele ettiğiniz şeyin bir kısmı belki hemen başınıza gelir." ( 73 ) Ve inne rabbeke le zû fadlin alân nâsi ve lâkinne ekserehum lâ yeşkurûn. ( 73 ) Doğrusu Rabbin, insanlara karşı lütuf sahibidir. Fakat onların çoğu şükretmezler. ( 74 ) Ve inne rabbeke le ya’lemu mâ tukinnu sudûruhum ve mâ yu’linûn. ( 74 ) Şüphesiz Rabbin onların gönüllerinin gizlediklerini de, açığa vurduklarını da bilir. ( 75 ) Ve mâ min gâibetin fîs semâi vel ardi illâ fî kitâbin mubîn. ( 75 ) Gökte ve yerde gizli hiçbir şey yoktur ki apaçık bir kitapta olmasın. ( 76 ) İnne hâzâl kur’âne yakussu alâ benî isrâîle ekserallezî hum fîhi yahtelifûn. ( 76 ) Doğrusu bu Kuran, İsrailoğullarına, ayrılığa düştükleri şeyin çoğunu anlatmaktadır.
  • ( 77 ) Ve innehu le huden ve rahmetun lil muk’minîn. ( 77 ) Doğrusu Kuran, inananlara doğruluk rehberi ve rahmettir. ( 78 ) İnne rabbeke yakadî beynehum bi hukmih, ve huvel azîzul alîm. ( 78 ) Rabbin şüphesiz, aralarında, kendi hükmünü verecektir. O güçlüdür, bilendir. ( 79 ) Fe tevekkel alâllâh, inneke alâl hakkil mubîn. ( 79 ) Allah'a güven, şüphesiz sen apaçık gerçek üzerindesin. ( 80 ) İnneke lâ tusmiul mevtâ ve lâ tusmius summed duâe izâ vellev mudebirîn. ( 80 ) Sen, ölülere şüphesiz ki işittiremezsin; dönüp giden sağırlara da çağrıyı duyuramazsın. ( 81 ) Ve mâ ente bi hâdîl umyi an dalâletihim, in tusmiu illâ mey yuk’minu bi âyâtinâ fe hum muslimûn. ( 81 ) Körleri sapıklıklarından vazgeçirip doğru yola döndüremezsin; ancak ayetlerimize inananlara sen duyurabilirsin; işte onlar Müslümanlardır. ( 82 ) Ve izâ vakaal kavlu aleyhim ahracenâ lehum dâbbeten minel ardi tukellimuhum ennen nâse kânû bi âyâtinâ lâ yûkinûn. ( 82 ) Kendilerine söylenmiş olan başlarına geldiği zaman, yerden bir çeşit hayvan çıkarırız ki o, onlara, insanların ayetlerimize kesin olarak inanmadıkların söyler. ( 83 ) Ve yevme nahşuru min kulli ummetin fevcen mimmey yukezzibu bi âyâtinâ fe hum yûzeûn. ( 83 ) O gün her ümmetin ayetlerimizi yalanlayanlarını toplarız. Onlar bir arada tutulup, hesap yerine sevkedilirler. ( 84 ) Hattâ izâ câû kâle e kezzebetum bi âyâtî ve lem tuhîtû bihâ ilmen em mâzâ kuntum ta’melûn. ( 84 ) Geldikleri zaman Allah: "Ayetlerimi anlamadığınız halde yalanladınız mı? Yoksa yaptığınız neydi?" der. ( 85 ) Ve vakaal kavlu aleyhim bimâ zalemû fe hum lâ yentikûn. ( 85 ) Haksızlıklarından ötürü, söylenilen söz başlarına gelir. Artık konuşamaz olurlar. ( 86 ) E lem yerav ennâ cealnâl leyle li yeskunû fîhî ven nehâra mubesirâ, inne fî zâlike le âyâtin li kavmin yuk’minûn. ( 86 ) Size geceyi dinlenesiniz diye karanlık ve gündüzü çalışasınız diye aydınlık olarak yarattığımızı görmediler mi? Doğrusu bunda, inanan millet için dersler vardır. ( 87 ) Ve yevme yunfehu fîs sûri fe fezia men fis semâvâti ve men fîl ardi illâ men şâallâh, ve kullun etevhu dâhirîn. ( 87 ) Sura üfürüldüğü gün, Allah'ın diledikleri bir yana, göklerde olanlar da yerde olanlar da, korku içinde kalırlar. Hepsi Allah'a boyunları bükülmüş olarak gelirler. ( 88 ) Ve terâl cibâle tahsebuhâ câmideten ve hiye temurru merras sehâbe, sun’allâhillezî etkane kulle şey’, innehu habîrun bimâ tef’alûn. ( 88 ) Dağları yerinde donmuş gibi durur görürsün, oysa onlar bulutlar gibi geçerler. Bu her şeyi sağlam tutan Allah'ın işidir. Doğrusu O, yaptıklarınızdan haberdardır.
  • ( 89 ) Men câe bil haseneti fe lehu hayrun minhâ, ve hum min fezein yevmeizin âminûn. ( 89 ) Kim bir iyilik getirirse, ona daha iyisi verilir. Onlar o günün korkusundan güvendedirler. ( 90 ) Ve men câe bis seyyieti fe kubbet vucûhuhum fîn nâri, hel tuczevne illâ mâ kuntum ta’melûn. ( 90 ) Kötülük getiren kimseler, yüzükoyun ateşe atılırlar. "Yaptıklarınızdan başka bir şeyle mi cezalandırılacaksınız?" denir. ( 91 ) İnnemâ umirtu en a’bude rabbe hâzihil beldetillezî harramehâ ve lehu kullu şey’ ve umirtu en ekûne minel muslimîn. ( 91 ) Ben sadece "Rabbe (Allah’a) kul olmak" ile emrolundum. Bu belde ki, O (Allah), onu hürmete lâyık kıldı. Ve herşey O’nundur (Allah’ındır). Ve ben "teslim olanlardan olmakla" emrolundum. ( 92 ) Ve en etluvel kur’ân, fe menihtedâ fe innemâ yehtedî li nefsih, ve men dalle fe kul innemâ ene minel munzirîn. ( 92 ) Ve "Kur’ân’ı okumakla (emrolundum). Kim hidayete ererse, o taktirde sadece kendi nefsi için hidayete erer. Ve kim dalâlette kaldıysa, o zaman Ben sadece inzar edenlerdenim (uyaranlardanım)." de. ( 93 ) Ve kulil hamdu lillâhi se yurîkum âyâtihî fe ta’rifûnehâ, ve mâ rabbuke bi gâfilin ammâ ta’melûn. ( 93 ) De ki: "Hamd Allah'a mahsustur. O, ayetlerini size gösterecek, siz de onları bileceksiniz." Rabbin yaptıklarınızdan habersiz değildir.

    28. Kasas Sûresi ( سُورَةُ الْقَصَصِ ) Surah Al-Qasas

    Bismillâhir rahmânir rahîm
    Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla

    ( 1 ) Tâ sîn mîm. ( 1 ) Ta, Sin, Mim. ( 2 ) Tilke âyâtul kitâbil mubîn. ( 2 ) Bunlar apaçık Kitap'ın ayetleridir. ( 3 ) Netlû aleyke min nebei mûsâ ve fir’avne bil hakki li kavmin yuk’minûn. ( 3 ) İnanan bir millet için, sana Musa ve Firavun olayını olduğu gibi anlatacağız. ( 4 ) İnne fir’avne alâ fîl ardi ve ceale ehlehâ şiyean yestad’ifu tâifeten minhum yuzebbihu ebenâehum ve yestahyî nisâehum, innehu kâne minel mufsidîn. ( 4 ) Firavun memleketin başına geçti ve halkını fırkalara ayırdı. İçlerinden bir topluluğu güçsüz bularak onların oğullarını boğazlıyor, kadınları sağ bırakıyordu; çünkü o, bozguncunun biriydi. ( 5 ) Ve nurîdu en nemunne alâllezînestuda’ifû fîl ardi ve nece’alehum eimmeten ve nece’alehumul vârisîn. ( 5 ) Ve Biz, yeryüzünde güçsüz olanları ni’metlendirmek ve onları imamlar kılmak ve varisler yapmak istiyoruz (istiyorduk).
  • ( 6 ) Ve numekkine lehum fîl ardi ve nuriye fir’avne ve hâmâne ve cunûdehumâ minhum mâ kânû yahzerûn. ( 6 ) Ve onları, yeryüzünde (orada) yerleştirip, kuvvetli kılmak ve firavuna, Haman’a ve ikisinin ordusuna, onlardan (İsrailoğulları’ndan) hazar ettikleri (çekindikleri) şeyi göstermek (istedik). ( 7 ) Ve evhaynâ ilâ ummi mûsâ en erdiîh, fe izâ hifti aleyhi fe elkîhi fîl yemmi ve lâ tehâfî ve lâ tahzenî, innâ râddûhu ileyki ve câilûhu minel murselîn. ( 7 ) Musa'nın annesine: "Çocuğu emzir, başına gelecekten korktuğun zaman onu suya bırak; korkma, üzülme; Biz şüphesiz onu sana döndüreceğiz ve peygamber yapacağız" diye bildirmiştik. ( 8 ) Feltekatahû âlu fir’avne li yekûne lehum aduvven ve hazenâ, inne fir’avne ve hâmâne ve cunûdehumâ kânû hâtiîn. ( 8 ) Firavun'un adamları onu almışlardı. Firavun, Haman ve askerleri, suçlu olduklarından, o onlara düşman ve başlarına da dert olacaktı. ( 9 ) Ve kâletimraetu fir’avne kurratu aynin lî ve lek, lâ takatulûhu asâ ey yenfeanâ ev nettehizehu veleden ve hum lâ yeş’urûn. ( 9 ) Firavun'un karısı: "Benim de senin de gözün aydın olsun! Onu öldürmeyiniz, belki bize faydalı olur yahut onu oğul ediniriz" dedi. Aslında işin farkında değillerdi. ( 10 ) Ve asbaha fuâdu ummi mûsâ fârigâ, in kâdet le tubedî bihî lev lâ en rabatanâ alâ kalbihâ li tekûne minel muk’minîn. ( 10 ) Musa'nın annesi, gönlü bomboş sabahı etti, oğlundan başka bir şey düşünemiyordu. Allah'ın vaadine iyice inanması için kalbini pekiştirmeseydik, neredeyse saraya alınan çocuğun kendi oğlu olduğunu açığa vuracaktı. ( 11 ) Ve kâlet li uhtihî kussîh fe besurat bihî an cunubin ve hum lâ yeş’urûn. ( 11 ) Musa'nın ablasına: "Onu izle" dedi. O da, kimse farkına varmadan, Musa'yı uzaktan gözetledi. ( 12 ) Ve harramnâ aleyhil merâdia min kabelu fe kâlet hel edullukum alâ ehli beytin yekfulûnehu lekum ve hum lehu nâsihûn. ( 12 ) Önceden, süt annelerin memesini kabul etmemesini sağladık. Musa'nın ablası: "Size, sizin adınıza ona bakacak, iyi davranacak bir ev halkını tavsiye edeyim mi?" dedi. ( 13 ) Fe radedenâhu ilâ ummihî key tekarra aynuhâ ve lâ tahzene ve li ta’leme enne va’dallâhi hakkun ve lâkinne ekserahum lâ ya’lemûn. ( 13 ) Böylece onu, annesinin gözü aydın olsun, üzülmesin, Allah'ın verdiği sözün gerçek olduğunu bilsin diye, ona geri çevirdik. Fakat çoğu bilmezler.
  • ( 14 ) Ve lemmâ belega eşuddehu vestevâ âteynâhu hukmen ve ilmâ, ve kezâlike necezîl muhsinîn. ( 14 ) Musa erginlik çağına gelip olgunlaşınca, ona hikmet ve ilim verdik. İyi davrananları böyle mükafatlandırırız. ( 15 ) Ve dehalel medînete alâ hîni gafletin min ehlihâ fe vecede fîhâ raculeyni yaktetilâni hâzâ min şîatihî ve hâzâ min aduvvih, festegâsehullezî min şîatihî alâllezî min aduvvihî, fe vekezehu mûsâ fe kadâ aleyh kâle hâzâ min ameliş şeytân, innehu aduvvun mudillun mubîn. ( 15 ) Musa, halkının haberi olmadığı bir zamanda, şehre girdi. Biri kendi adamlarından, diğeri de düşmanı olan iki adamı döğüşür buldu. Kendi tarafından olan kimse, düşmanına karşı ondan yardım istedi. Musa, onun düşmanına bir yumruk vurdu; ölümüne sebep oldu. "Bu şeytanin işidir; çünkü o apaçık, saptıran bir düşmandır" dedi. ( 16 ) Kâle rabbi innî zalemtu nefsî fagfirlî fe gafera leh, innehu huvel gafûrur rahîm. ( 16 ) Musa: "Rabbim! Doğrusu kendime yazık ettim, beni bağışla" dedi. Allah da onu bağışladı. O, şüphesiz bağışlayandır, merhamet edendir. ( 17 ) Kâle rabbi bimâ en’amte aleyye fe len ekûne zahîran lil mucerimîn. ( 17 ) Musa: "Rabbim! Bana verdiğin nimete and olsun ki, suçlulara asla yardımcı olmayacağım" dedi. ( 18 ) Fe asbaha fîl medîneti hâifey yeterakkabu fe izâllezîstensarahu bil emsi yestasrihuh, kâle lehu mûsâ inneke le gaviyyun mubîn. ( 18 ) Şehirde, korku içinde etrafı gözetip dolaşarak sabahladı. Dün kendisinden yardım isteyen kimse bağırarak ondan yine yardım istiyordu. Musa ona: "Doğrusu sen besbelli bir azgınsın" dedi. ( 19 ) Fe lemmâ en erâde ey yabetişe billezî huve aduvvun lehumâ kâle yâ mûsâ e turîdu en takatulenî kemâ katelte nefsen bil ems in turîdu illâ en tekûne cebbâren fîl ardi ve mâ turîdu en tekûne minel muslihîn. ( 19 ) Musa, ikisinin de düşmanı olan kimseyi yakalamak isteyince: "Ey Musa! Dün bir cana kıydığın gibi bana da mı kıymak istiyorsun? Sen ıslah edenlerden olmak değil, ancak yeryüzünde bir zorba olmak istiyorsun" dedi. ( 20 ) Ve câe raculun min akasal medîneti yes’â kâle yâ mûsâ innel melee ye’temirûne bike li yakatulûke fahruce innî leke minen nâsihîn. ( 20 ) Şehrin öbür ucundan koşarak bir adam geldi: "Ey Musa! İleri gelenler, seni öldürmek için aralarında görüşüyorlar. Hemen uzaklaş. Doğrusu ben sana öğüt veriyorum" dedi. ( 21 ) Fe harace minhâ hâifen yeterakkabe, kâle rabbi neccinî minel kavmiz zâlimîn. ( 21 ) Musa, korku içinde çevresini gözetleyerek oradan çıktı. "Rabbim! Beni zalim milletten kurtar" dedi.
  • ( 22 ) Ve lemmâ teveccehe tilkâe medeyene kâle asâ rabbî ey yehdiyenî sevâes sebîl. ( 22 ) Medyen'e doğru yöneldiğinde: "Rabbimin bana doğru yolu göstereceğini umarım" dedi. ( 23 ) Ve lemmâ verede mâe medeyene vecede aleyhi ummeten minen nâsi yeskûne, ve vecede min dûnihimumraeteyni tezûdân, kâle mâ hatabukumâ, kâletâ lâ neskî hattâ yusdirar riâ ve ebûnâ şeyhun kebîr. ( 23 ) Medyen suyuna geldiğinde, davarlarını sulayan bir insan topluluğu buldu. Onlardan başka, hayvanlarını sudan alıkoyan iki kadın gördü. Onlara: "Derdiniz nedir?" dedi. "Çobanlar ayrılana kadar biz sulamayız. Babamız çok yaşlıdır, onun için bu işi biz yapıyoruz" dediler. ( 24 ) Fe sekâ lehumâ summe tevellâ ilâz zilli fe kâle rabbi innî limâ enzelte ileyye min hayrin fakîr. ( 24 ) Musa onların davarlarını suladı. Sonra gölgeye çekildi: "Rabbim! Doğrusu bana indireceğin hayra muhtacım" dedi. ( 25 ) Fe câethu ihdâhumâ temşî alâstihyâin, kâlet inne ebî yede’ûke li yeceziyeke ecera mâ sekayte lenâ, fe lemmâ câehu ve kassa aleyhil kasasa kâle lâ tehaf, necevte minel kavmiz zâlimîn. ( 25 ) O sırada, kadınlardan biri utana utana yürüyüp ona geldi: "Babam sana sulama ücretini ödemek için seni çağırıyor" dedi. Musa ona gelince, başından geçeni anlattı. O: "Korkma, artık zalim milletten kurtuldun" dedi. ( 26 ) Kâlet ihdâhumâ yâ ebetiste’cir inne hayra meniste’certel kaviyyul emîn. ( 26 ) İki kadından biri: "Babacığım! Onu ücretli olarak tut; ücretle tuttuklarının en iyisi bu güçlü ve güvenilir adamdır" dedi. ( 27 ) Kâle innî urîdu en unkihake ihdâbneteyye hâteyni alâ en te’curanî semâniye hicece, fe in etmemte aşran fe min indik, ve mâ urîdu en eşukka aleyk, se tecidunî in şâallâhu mines sâlihîn. ( 27 ) Kadınların babası: "Bana sekiz yıl çalışmana karşılık bu iki kızımdan birini sana nikahlamak istiyorum. Eğer on yıla tamamlarsan o senden bir lütuf olur. Ama sana ağırlık vermek istemem. İnşallah beni iyi kimselerden bulacaksın" dedi. ( 28 ) Kâle zâlike beynî ve beynek, eyyemâl eceleyni kadaytu fe lâ udevâne aleyy, vallâhu alâ mâ nekûlu vekîl. ( 28 ) Musa: "Bu seninle benim aramdadır. Bu iki süreden hangisini doldurursam doldurayım bir kötülüğe uğramayacağım. Söylediklerimize Allah vekildir" dedi.
  • ( 29 ) Fe lemmâ kadâ mûsâl ecele ve sâra bi ehlihî ânese min cânibit tûri nârân, kâle li ehlihimkusû innî ânestu nâra leallî âtîkum minhâ bi haberin ev cezvetin minen nâri leallekum testalûn. ( 29 ) Musa süreyi doldurunca, ailesiyle birlikte yola çıktı. Tur tarafından bir ateş gördü. Ailesine: "Durunuz, ben bir ateş gördüm; belki oradan size bir haber yahut tutuşmuş bir odun getiririm de ısınabilirsiniz" dedi. ( 30 ) Fe lemmâ etâhâ nûdiye min şâtiil vâdil eymeni fîl buk’atil mubâraketi mineş şecerati ey yâ mûsâ innî enallâhu rabbul âlemîn. ( 30 ) Oraya gelince, kutlu yerdeki vadinin sağ yanındaki ağaç cihetinden: "Ey Musa! Şüphesiz Ben, Alemlerin Rabbi olan Allah'ım" diye seslenildi. ( 31 ) Ve en elki asâk, fe lemmâ raâhâ tehtezzu keennehâ cânnun vellâ mudebiran ve lem yuakkibe, yâ mûsâ akabil ve lâ tehaf, inneke minel âminîn. ( 31 ) "Değneğini at." Musa, değneğin yılan gibi hareketler yaptığını görünce, dönüp arkasına bakmadan kaçtı. "Ey Musa! Dön gel; korkma; şüphesiz güvende olanlardansın" denildi. ( 32 ) Usluk yedeke fî ceybike tahruce beydâe min gayri sûin, vadmum ileyke cenâhake miner rahb fe zânike burhânâni min rabbike ilâ fir’avne ve melâih, innehum kânû kavmen fâsikîn. ( 32 ) "Elini koynuna koy, lekesiz, bembeyaz çıksın. Korkudan açılan kollarını kendine çek! Bu ikisi Firavun ve erkanına karşı Rabbinin iki delilidir. Doğrusu onlar yoldan çıkmış bir millettir" denildi. ( 33 ) Kâle rabbi innî kateltu minhum nefsen fe ehâfu ey yakatulûni. ( 33 ) (Musa A.S): "Rabbim, ben gerçekten onlardan birisini öldürdüm. Bu sebeple beni öldürmelerinden korkuyorum." dedi. ( 34 ) Ve ahî hârûnu huve efsahu minnî lisânen fe ersilhu maiye rid’e yusaddikunî, innî ehâfu ey yukezzibûn. ( 34 ) Ve kardeşim Harun ki o, lisan bakımından benden daha fasihtir. Ve onu, beni tasdik edici ve yardımcı olarak benimle beraber gönder. Ben, gerçekten beni tekzip etmelerinden (yalanlamalarından) korkuyorum. ( 35 ) Kâle se neşuddu adudeke bi ahîke ve nece’alu lekumâ sultânen fe lâ yasilûne ileykumâ bi âyâtinâ, entumâ ve menittebeakumel gâlibûn. ( 35 ) Allah: "Seni kardeşinle destekleyeceğiz; ikinize bir kudret vereceğiz ki, onlar size el uzatamayacaklardır. Ayetlerimizle ikiniz ve ikinize uyanlar üstün geleceklerdir" dedi.
  • ( 36 ) Fe lemmâ câehum mûsâ bi ayâtinâ beyyinâtin kâlû mâ hâzâ illâ sihrun mufteran ve mâ semi’nâ bi hâzâ fî âbâinel evvelîn. ( 36 ) Musa onlara, apaçık olarak, mucizelerimizle gelince: "Bu sadece uydurma bir sihirdir. Önceki atalarımızdan böylesini işitmemiştik" dediler. ( 37 ) Ve kâle mûsâ rabbî a’lemu bi men câe bil hudâ min indihî ve men tekûnu lehu âkibetud dâr, innehu lâ yuflihuz zâlimûn. ( 37 ) Musa: "Rabbim, katından bir doğruluk rehberini kimin getirdiğini, dünyanın sonunun kimin olacağını daha iyi bilir. Doğrusu zalimler başarıya erişemezler" dedi. ( 38 ) Ve kâle fir’avnu yâ eyyuhâl meleu mâ alimtu lekum min ilâhin gayrî, fe evkide lî yâ hâmânu alât tîni fece’al lî sarhan leallî attaliu ilâ ilâhi mûsâ ve innî le ezunnuhu minel kâzibîn. ( 38 ) Firavun: "Ey ileri gelenler! Sizin benden başka bir tanrınız olduğunu bilmiyorum. Ey Haman! Benim için, toprak üzerine bir ateş yak, tuğla hazırlayıp bana bir kule yap; çıkar belki Musa'nın tanrısını görürüm. Doğrusu onu yalancılardan sanıyorum" dedi. ( 39 ) Vestekbere huve ve cunûduhu fîl ardi bi gayril hakki ve zannû ennehum ileynâ lâ yurceûn. ( 39 ) O ve askerleri, memlekette, haksız yere büyüklük tasladılar. Gerçekten Bize döndürülmeyeceklerini sandılar. ( 40 ) Fe ehaznâhu ve cunûdehu fe nebeznâhum fîl yemm, fanzur keyfe kâne âkibetuz zâlimîn. ( 40 ) Biz de, onu ve askerlerini yakalayıp suya attık. Zalimlerin sonunun nasıl olduğuna bir bak. ( 41 ) Ve cealnâhum eimmetey yed’ûne ilân nâr, ve yevmel kiyâmeti lâ yunsarûn. ( 41 ) Onları, ateşe çağıran önderler kıldık; kıyamet günü yardım görmezler. ( 42 ) Ve etba’nâhum fî hâzihid dunyâ la’neh ve yevmel kiyâmeti hum minel makabûhîn. ( 42 ) Bu dünyada laneti ardlarına taktık; onlar kıyamet gününde de iğrenç kimselerden olacaklardır. ( 43 ) Ve lekade âteynâ mûsâl kitâbe min ba’di mâ ehleknâl kurûnel ûlâ besâire lin nâsi ve huden ve rahmeten leallehum yetezekkerûn. ( 43 ) And olsun ki, Musa'ya, ilk nesilleri yok ettikten sonra, insanlar düşünsünler diye Kitap'ı, açık belgeler, doğruluk rehberi ve rahmet olarak verdik.
  • ( 44 ) Ve mâ kunte bi cânibil garbiyyi iz kadaynâ ilâ mûsâl emre ve mâ kunte mineş şâhidîn. ( 44 ) Musa'ya hükmümüzü bildirdiğimiz zaman, sen batı yönünde, (Musa'yı bekleyenler arasında) değildin, onu görenler arasında da yoktun. ( 45 ) Ve lâkinnâ enşe’nâ kurûnen fe tetâvele aleyhimul umur, ve mâ kunte sâviyen fî ehli medeyene tetlû aleyhim âyâtinâ, ve lâkinnâ kunnâ mursilîn. ( 45 ) Ama biz nice nesiller var etmiştik. Sen, Medyen halkı arasında bulunup, onlara ayetlerimizi okumuyordun, fakat o haberleri sana gönderen Biziz. ( 46 ) Ve mâ kunte bi cânibit tûri iz nâdeynâ, ve lâkin rahmeten mir rabbike li tunzire kavmen mâ etâhum min nezîrin min kabelike leallehum yetezekkerûn. ( 46 ) Sen, Musa'ya hitap ettiğimiz zaman Tur'un yanında da değildin. Senden önce kendilerine uyarıcı gelmeyen bir toplumu uyarman için, Rabbinden bir rahmet olarak gönderildin; belki düşünürler. ( 47 ) Ve lev lâ en tusîbehum musîbetun bimâ kaddemet eydîhim fe yekûlû rabbenâ lev lâ erselte ileynâ resûlen fe nettebia âyâtike ve nekûne minel muk’minîn. ( 47 ) Yaptıklarından dolayı, başlarına bir musibet geldiğinde: "Rabbimiz! Bize bir peygamber gönderseydin de, ayetlerine uysak ve müminlerden olsaydık olmaz mıydı?" derler. ( 48 ) Fe lemmâ câehumul hakku min indinâ kâlû lev lâ ûtiye misle mâ ûtiye mûsâ, e ve lem yekfurû bimâ ûtiye mûsâ min kabl, kâlû sihrâni tezâhera, ve kâlû innâ bi kullin kâfirûn. ( 48 ) Ama onlara katımızdan gerçek gelince: "Musa'ya verildiği gibi buna da mucize verilmesi gerekmez mi?" dediler. Daha önce Musa'ya verileni de inkar etmemişler miydi? "Yardımlaşan iki sihir (Tevrat ve Kuran); hepsini inkar edenleriz" dediler. ( 49 ) Kul fe’tû bi kitâbin min indillâhi huve ehdâ min humâ ettebi’ hu in kuntum sâdikîn. ( 49 ) De ki "Eğer doğru sözlü iseniz, Allah katından, bu ikisinden daha doğru bir Kitap getirin de ona uyayım." ( 50 ) Fe in lem yestecîbû leke fa’lem ennemâ yettebiûne ehvâehum, ve men edallu mimmenittebea hevâhu bi gayri huden minallâh, innallâhe lâ yehdil kavmez zâlimîn. ( 50 ) Eğer, sana cevap veremezlerse, onların sadece heveslerine uyduklarını bil. Allah'tan bir yol gösterici olmadan hevesine uyandan daha sapık kim vardır? Allah zalim milleti şüphesiz ki doğru yola eriştirmez.
  • ( 51 ) Ve lekade vassalnâ lehumul kavle leallehum yetezekkerûn. ( 51 ) And olsun ki, Biz vahyi onlara ard arda yetiştirdik; belki düşünürler. ( 52 ) Ellezîne âteynâhumul kitâbe min kabelihî hum bihî yuk’minûn. ( 52 ) Kendilerine daha önceden kitap verdiklerimiz buna da inanırlar. ( 53 ) Ve izâ yutlâ aleyhim kâlû âmennâ bihî innehul hakku mir rabbinâ innâ kunnâ min kabelihî muslimîn. ( 53 ) Kuran onlara okunduğu zaman: "Ona inandık, doğrusu o Rabbimizden gelen gerçektir; biz şüphesiz daha önceden müslüman olmuş kimseleriz" derler. ( 54 ) Ulâike yu’tevne ecerahum merrateyni bimâ saberû ve yederaûne bil hasenetis seyyiete ve mimmâ razakanâhum yunfikûn. ( 54 ) İşte onlara, sabırlarından dolayı, ecirleri iki defa verilir; onlar kötülüğü iyilikle savarlar, kendilerine verdiğimiz rızıktan da sarfederler. ( 55 ) Ve izâ semiûl lagve a’radû anhu, ve kâlû lenâ a’mâlunâ ve lekum a’mâlukum selâmun aleykum lâ nebetegîl câhilîn. ( 55 ) Onlar, boş söz işittikleri vakit ondan yüz çevirirler. "Bizim işlediğimiz bize, sizin işlediğiniz sizedir. Size selam olsun, cahillerle ilgilenmeyiz" derler. ( 56 ) İnneke lâ tehdî men ahbebete ve lâkinnallâhe yehdî mey yeşâu, ve huve a’lemu bil muhtedîn. ( 56 ) Sen, sevdiğini doğru yola eriştiremezsin, ama Allah, dilediğini doğru yola eriştirir. Doğru yola girecekleri en iyi O bilir. ( 57 ) Ve kâlû in nettebiil hudâ meake nutehattaf min ardinâ, e ve lem numekkin lehum haramen âminey yucebâ ileyhi semerâtu kulli şey’in rizkan min ledunnâ ve lâkinne ekserahum lâ ya’lemûn. ( 57 ) "Seninle beraber doğru yolda gidersek, yurdumuzdan ediliriz" dediler. Onları katımızdan bir rızık olarak her şeyin ürününün toplandığı güvenli ve kutlu bir yere yerleştirmedik mi? Ama çoğu bilmezler. ( 58 ) Ve kem ehleknâ min karyetin batirat maîşetehâ, fe tilke mesâkinuhum lem tusken min ba’dihim illâ kalîlâ, ve kunnâ nahnul vârisîn. ( 58 ) Nimet ve refaha karşı nankörlük eden nice şehri yok etmişizdir. İşte yerleri! Kendilerinden sonra pek az kimseler oturabilmiştir. Oralara Biz varis olmuşuzdur. ( 59 ) Ve mâ kâne rabbuke muhlikel kurâ hattâ yebe’ase fî ummihâ resûley yetlû aleyhim âyâtinâ, ve mâ kunnâ muhlikîl kurâ illâ ve ehluhâ zâlimûn. ( 59 ) Rabbin şehirlerin anasına, onlara ayetlerimizi okuyacak bir peygamber göndermedikçe onları yok etmiş değildir. Zaten Biz yalnız, halkı zalim olan şehirleri yok etmişizdir.
  • ( 60 ) Ve mâ ûtîtum min şey’in fe metâul hayâtid dunyâ ve zînetuhâ ve mâ indallâhi hayrun ve ebekâ, e fe lâ ta’kilûn. ( 60 ) Size verilen herhangi bir şey, dünya hayatının bir geçimliği ve süsüdür. Allah katında olan daha iyi ve devamlıdır. Akletmez misiniz? ( 61 ) E fe men vaadnâhu va’den hasenen fe huve lâkîhi ke men metta’nâhu metâal hayâtid dunyâ summe huve yevmel kiyâmeti minel muhdarîn. ( 61 ) Vadettiğimiz güzel bir nimete kavuşan kimse; dünya hayatında kendisine bir geçimlik verdiğimiz, sonra kıyamet günü azap için getirilen kimse gibi midir? ( 62 ) Ve yevme yunâdîhim fe yekûlu eyne şurakâiyellezîne kuntum tez’umûn. ( 62 ) Allah, o gün onlara seslenir: "Benim ortağım olduklarını iddia ettikleriniz nerededirler?" der. ( 63 ) Kâlellezîne hakka aleyhimul kavlu rabbenâ hâulâillezîne agveynâ, agveynâhum kemâ gaveynâ, teberra’nâ ileyk mâ kânû iyyânâ ya’budûn. ( 63 ) Hükmün aleyhlerine gerçekleştiği kimseler: "Rabbimiz! İşte bunlar bizim azdırdığımız kimselerdir. Kendimiz azdığımız gibi onları da azdırdık. Onlardan uzaklaşıp Sana geldik, zaten aslında bize tapmıyorlardı" derler. ( 64 ) Ve kîlede’û şurakâekum fe deavhum fe lem yestecîbû lehum ve raavul azâbe, lev ennehum kânû yehtedûn. ( 64 ) "Koştuğunuz ortaklarınızı çağırın" denir; onlar da çağırırlar ama, kendilerine cevap veremezler; cehennem azabını görünce doğru yolda olmadıklarına yanarlar. ( 65 ) Ve yevme yunâdîhim fe yekûlu mâzâ ecebetumul murselîn. ( 65 ) O gün Allah onlara seslenir: "Peygamberlere ne cevap verdiniz?" der. ( 66 ) Fe amiyet aleyhimul enbâu yevme izin fe hum lâ yetesâelûn. ( 66 ) O gün, haberlere karşı körleşirler, verilecek cevapları kalmaz; birbirlerine de soramazlar. ( 67 ) Fe emmâ men tâbe ve âmene ve amile sâlihân fe asâ ey yekûne minel muflihîn. ( 67 ) Fakat, tevbe eden, inanıp yararlı iş işleyen kimsenin, kurtuluşa erenler arasında bulunması umulur. ( 68 ) Ve rabbuke yahluku mâ yeşâu ve yahtâr, mâ kâne lehumul hiyarah, subhânallâhi ve teâlâ ammâ yuşrikûn. ( 68 ) Rabbin dilediğini yaratır ve seçer; onlar için seçim hakkı yoktur. Allah onların koştukları ortaklardan münezzehtir, yücedir. ( 69 ) Ve rabbuke ya’lemu mâ tukinnu sudûruhum ve mâ yu’linûn. ( 69 ) Rabbin gönüllerinin gizlediklerini ve açığa vurduklarını bilir. ( 70 ) Ve huvallâhu lâ ilâhe illâ huv, lehul hamdu fîl ûlâ vel âhirah ve lehul hukmu ve ileyhi turceûn. ( 70 ) Allah O'dur; O'ndan başka tanrı yoktur. Hamd, dünyada da ahirette de O'nun içindir; hüküm de O'nundur. Yalnız O'na döndürüleceksiniz.
  • ( 71 ) Kul e raeytum in cealallâhu aleykumul leyle sermeden ilâ yevmil kiyâmeti men ilâhun gayrullâhi ye’tîkum bi diyâ, e fe lâ tesme’ûn. ( 71 ) De ki: "Söyler misiniz? Eğer Allah geceyi üzerinize kıyamete kadar uzatsaydı, Allah'tan başka hangi tanrı size bir ışık getirebilir? Dinlemez misiniz?" ( 72 ) Kul e raeytum in cealallâhu aleykumun nehâre sermeden ilâ yevmil kiyâmeti men ilâhun gayrullâhi ye’tîkum bi leylin teskunûne fîh, e fe lâ tubesirûn. ( 72 ) De ki: "Söyleyin: Eğer Allah gündüzü üzerinize kıyamete kadar uzatsaydı, Allah'tan başka hangi tanrı, içinde istirahat edeceğiniz geceyi size getirebilir? Görmez misiniz?" ( 73 ) Ve min rahmetihî ceale lekumul leyle ven nehâre li teskunû fîhi ve li tebetegû min fadlihî ve leallekum teşkurûn. ( 73 ) Allah dinlenmeniz için geceyi ve lütfedip verdiği rızkı aramanız için gündüzü meydana getirmiştir. Bunlar, O'nun rahmetinden ötürüdür. Belki artık şükredersiniz. ( 74 ) Ve yevme yunâdîhim fe yekûlu eyne şurakâiyellezîne kuntum tez’umûn. ( 74 ) O gün Allah onlara seslenir: "Benim ortağım olduklarını iddia ettikleriniz nerededir?" der. ( 75 ) Ve neza’nâ min kulli ummetin şehîden fe kulnâ hâtû burhânekum fe alimû ennel hakka lillâhi ve dalle anhum mâ kânû yefterûn. ( 75 ) Her ümmetten bir şahit çıkarır ve "kesin delilinizi ortaya koyun" deriz. O zaman, gerçeğin Allah'a ait olduğunu, uydurduklarının kendilerini bırakıp kaçtığını anlarlar. ( 76 ) İnne kârûne kâne min kavmi mûsâ, fe begâ aleyhim, ve âteynâhu minel kunûzi mâ inne mefâtihahu le tenûu bil usbeti ulî kuvveti, iz kâle lehu kavmuhu lâ tefrah innallâhe lâ yuhibbul ferihîn. ( 76 ) Karun, Musa (A.S)’ın kavmindendi. Sonra onlara karşı azdı. Ona hazineler verdik. Öyle ki gerçekten onun anahtarlarını mutlaka kuvvetli bir topluluk zor taşıyordu. Kavmi ona "Sevinme (gururlanma), muhakkak ki Allah şımaranları (gururlananları) sevmez." demişti. ( 77 ) Vebetegi fîmâ âtâkellâhud dârel âhirah ve lâ tense nasîbeke mined dunyâ ve ahsin kemâ ahsenallâhu ileyk ve lâ tebegil fesâde fîl ard, innallâhe lâ yuhibbul mufsidîn. ( 77 ) Ve Allah’ın sana verdiği şeylerin içinde bulunan ahiret yurdunu iste. Ve dünyadan nasibini (de) unutma. Allahû Tealâ’nın sana ihsan ettiği gibi sen de ihsan et (karşılıksız ver). Ve yeryüzünde fesat isteme (çıkartma). Muhakkak ki Allah, müfsidleri (fesat çıkaranları) sevmez.
  • ( 78 ) Kâle innemâ ûtîtuhu alâ ilmin indî, e ve lem ya’lem ennellâhe kade ehleke min kabelihî minel kurûni men huve eşeddu minhu kuvveten ve ekseru cem’â, ve lâ yus’elu an zunûbihimul mucerimûn. ( 78 ) Karun: "Bu servet ancak, bende mevcut bir ilimden ötürü bana verilmiştir" demişti. Allah'ın, önceleri, ondan daha güçlü ve topladığı şey daha fazla olan nice nesilleri yok ettiğini bilmez mi? Suçluların suçları kendilerinden sorulmaz. ( 79 ) Fe harace alâ kavmihî fî zînetih, kâlellezîne yurîdûnel hayâted dunyâ yâ leyte lenâ misle mâ ûtiye kârûnu innehu le zû hazzin azîm. ( 79 ) Karun, ihtişam içinde milletinin karşısına çıktı. Dünya hayatını isteyenler: "Karun'a verildiği gibi bizim de olsa; doğrusu o büyük bir varlık sahibidir" demişlerdi. ( 80 ) Ve kâlellezîne ûtûl ilme veylekum sevâbullâhi hayrun li men âmene ve amile sâlihâ ve lâ yulekkâhâ illâs sâbirûn. ( 80 ) Kendilerine ilim verilmiş olanlar ise: "Size yazıklar olsun; Allah'ın mükafatı, inanıp yararlı iş işleyenler için daha iyidir. Ona da ancak sabredenler kavuşabilir" demişlerdi. ( 81 ) Fe hasefnâ bihî ve bidârihil arda fe mâ kâne lehu min fietin yansurûnehu min dûnillâhi ve mâ kâne minel muntasirîn. ( 81 ) Sonunda, onu da, sarayını da yerin dibine geçirdik. Allah'a karşı ona yardım edebilecek kimsesi de yoktu; kendini kurtarabilecek kimselerden de değildi. ( 82 ) Ve asbehallezîne temennev mekânehu bil emsi yekûlûne vey ke ennellâhe yebesutur rizka li mey yeşâu min ibâdihî ve yakadir, lev lâ en mennallâhu aleynâ le hasefe binâ, vey ke ennehu lâ yuflihul kâfirûn. ( 82 ) Daha dün onun yerinde olmayı dileyenler: "Demek Allah kullarından dilediğinin rızkını genişletip bir ölçüye göre veriyor. Eğer Allah bize lütfetmiş olmasaydı, bizi de yerin dibine geçirirdi. Demek ki inkarcılar başarıya eremezler" demeye başladılar. ( 83 ) Tilked dârul âhiratu nece’aluhâ lillezîne lâ yurîdûne uluvven fîl ardi ve lâ fesâdâ, vel âkibetu lil muttakîn. ( 83 ) Bu ahiret yurdunu, yeryüzünde böbürlenmeyi ve bozgunculuğu istemeyen kimselere veririz. Sonuç Allah'a karşı gelmekten sakınanlarındır. ( 84 ) Men câe bil haseneti fe lehu hayrun minhâ ve men câe bis seyyieti fe lâ yucezellezîne amilûs seyyiâti illâ mâ kânû ya’melûn. ( 84 ) Kim bir iyilik getirirse, ona daha iyisi verilir. Kim bir kötülük getirirse, o kötülükleri işleyenler, ancak yaptıkları kadar ceza görürler.
  • ( 85 ) İnnellezî farada aleykel kur’âne le râdduke ilâ meâde, kul rabbî a’lemu men câe bil hudâ ve men huve fî dalâlin mubîn. ( 85 ) Kuran'a uymayı sana farz kılan Allah, seni döneceğin yere döndürecektir. De ki: "Rabbim kimin doğrulukla geldiğini, kimin apaçık sapıklıkta bulunduğunu en iyi bilendir." ( 86 ) Ve mâ kunte tercû ey yulkâ ileykel kitâbu illâ rahmeten mir rabbik fe lâ tekûnenne zahîran lil kâfirîn. ( 86 ) Sen, sana bu Kitap'ın verileceğini ummazdın. O ancak Rabbinin bir rahmetidir. Öyleyse sakın inkarcılara yardımcı olma. ( 87 ) Ve lâ yasuddunneke an âyâtillâhi ba’de iz unzilet ileyk vede’u ilâ rabbik ve lâ tekûnenne minel muşrikîn. ( 87 ) Allah'ın ayetleri sana indirildiğinde sakın seni onlardan alıkoymasınlar. Rabbine çağır, sakın müşriklerden olma. ( 88 ) Ve lâ ted’u meallâhi ilâhen âhar, lâ ilâhe illâ huv, kullu şey’in hâlikun illâ veceheh, lehul hukmu ve ileyhi turceûn. ( 88 ) Allah'la beraber başka tanrı tutup tapma. O'ndan başka tanrı yoktur. O'ndan başka her şey yok olacaktır. Hüküm O'nundur, O'na döndürüleceksiniz.

    29. Ankebût Sûresi ( سُورَةُ الْعَنْكَبُوتِ ) Surah Al-Ankaboot

    Bismillâhir rahmânir rahîm
    Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla

    ( 1 ) Elif lâm mîm. ( 1 ) Elif, Lam, Mim. ( 2 ) E hasiben nâsu ey yutrakû ey yekûlû âmennâ ve hum lâ yuftenûn. ( 2 ) İnsanlar, "amenna (îmân ettik)" demekle imtihan edilmeden bırakılacaklarını mı sandılar? ( 3 ) Ve lekade fetennâllezîne min kabelihim fe le ya’lemennallâhullezîne sadakû ve le ya’lemenel kâzibîn. ( 3 ) Ve andolsun ki onlardan öncekileri de imtihan ettik. Allah sadıkları da (doğru söyleyenleri de) tekzip edenleri de (yalancıları da) mutlaka bilir. ( 4 ) Em hasibellezîne ya’melûnes seyyiâti ey yesbikûnâ, sâe mâ yahkumûn. ( 4 ) Yoksa, kötülük yapanlar Bizden kaçabileceklerini mi sanarlar? Ne kötü hüküm veriyorlar! ( 5 ) Men kâne yercû likâallâhi fe inne ecelallâhi le ât, ve huves semîul alîm. ( 5 ) Allah'la karşılaşmayı uman bilsin ki, Allah'ın bunun için belirttiği vakit gelecektir. O, işitir ve bilir. ( 6 ) Ve men câhede fe innemâ yucâhidu li nefsih, innallâhe le ganiyyun anil âlemîn. ( 6 ) Hak uğrunda cihat eden, ancak kendisi için cihat etmiş olur. Doğrusu Allah, alemlerden müstağnidir.
  • ( 7 ) Vellezîne âmenû ve amilûs sâlihâti le nukeffirenne anhum seyyiâtihim ve le neceziyennehum ahsenellezî kânû ya’melûn. ( 7 ) İnanıp yararlı iş işleyenlerin kötülüklerini, and olsun ki, örteriz; onları, yaptıklarından daha güzeli ile mükafatlandırırız. ( 8 ) Ve vassaynâl insâne bi vâlideyhi husnâ, ve in câhedâke li tuşrike bî mâ leyse leke bihî ilmun fe lâ tuti’humâ, ileyye merciukum fe unebbiukum bimâ kuntum ta’melûn. ( 8 ) Biz, insana, ana ve babasına karşı iyi davranmasını tavsiye etmişizdir. Eğer ana baba, seni bir şeyi körü körüne Bana ortak koşman için zorlarlarsa, o zaman onlara itaat etme. Dönüşünüz Banadır. Yaptıklarınızı size bildiririm. ( 9 ) Vellezîne âmenû ve amilûs sâlihâti le nudehilennehum fîs sâlihîn. ( 9 ) İnanıp, yararlı iş işleyenleri, and olsun, iyilerin arasına koyarız. ( 10 ) Ve minen nâsi mey yekûlu âmennâ billâhi fe izâ ûziye fîllâhi ceale fitneten nâsi ke azâbillâhi, ve le in câe nasrun mir rabbike le yekûlunne innâ kunnâ meakum, e ve leysallâhu bi a’leme bi mâ fî sudûril âlemîn. ( 10 ) İnsanlardan: "Allah'a inandık" diyenler vardır; ama Allah uğrunda bir ezaya uğratılınca, insanların ezasını Allah'ın azabı gibi tutarlar. Rabbinizden bir yardım gelecek olursa, and olsun ki, "Doğrusu biz sizinle beraberdik" derler. Allah, herkesin kalbinde olanları en iyi bilen değil midir? ( 11 ) Ve le ya’lemennallâhullezîne âmenû ve le ya’lemennel munâfikîn. ( 11 ) Allah elbette inananları bilir ve elbette ikiyüzlüleri de bilir. ( 12 ) Ve kâlellezîne keferû lillezîne âmenûttebiû sebîlenâ velnahmil hatâyâkum, ve mâ hum bi hâmilîne min hatâyâhum min şey’, innehum le kâzibûn. ( 12 ) İnkar edenler inananlara: "Bizim yolumuza uyun da sizin günahlarınızı biz taşıyalım" derler. Oysa onların günahlarından hiçbirini yüklenecek değillerdir. Doğrusu onlar yalancıdırlar. ( 13 ) Ve le yahmilunne eskâlehum ve eskâlen mea eskâlihim ve le yus’elunne yevmel kiyâmeti ammâ kânû yefterûn. ( 13 ) Onlar kendi ağırlıklarını, kendi ağırlıkları yanında daha nice ağırlıkları yüklenecekler ve uydurup durdukları şeylerden kıyamet günü sorguya çekileceklerdir. ( 14 ) Ve lekade erselnâ nûhan ilâ kavmihî, fe lebise fîhim elfe senetin illâ hamsîne âmen, fe ehazehumut tûfânu ve hum zâlimûn. ( 14 ) And olsun ki, Nuh'u milletine gönderdik; aralarında bin seneden elli yıl eksik kaldı. Sonunda onlar haksızlık yaparken, tufan onları yakalayıverdi.
  • ( 15 ) Fe enceynâhu ve ashâbes sefîneti ve cealnâhâ âyeten lil âlemîn. ( 15 ) Ama Biz, Nuh'u ve gemide bulunanları kurtardık ve bunu dünyalara bir ibret kıldık. ( 16 ) Ve ibrâhîme iz kâle li kavmihî’budûllâhe vettekûh, zâlikum hayrun lekum in kuntum ta’lemûn. ( 16 ) İbrahim'i de gönderdik. Milletine: "Allah'a kulluk edin, O'ndan sakının; bilirseniz bu sizin için daha iyidir" dedi. ( 17 ) İnnemâ ta’budûne min dûnillâhi evsânen ve tahlukûne ifke, innellezîne ta’budûne min dûnillâhi lâ yemlikûne lekum rizkân, febetegû indallâhir rizka va’budûhu veşkurû leh, ileyhi turceûn. ( 17 ) Siz Allah'ı bırakıp sadece bir takım putlara tapıyor, aslı olmayan sözler uyduruyorsunuz. Doğrusu, Allah'tan başka taptıklarınızın size rızık vermeye güçleri yetmez. Artık rızkı Allah katında arayın. O'na kulluk edin. O'na şükredin. Siz O'na döneceksiniz. ( 18 ) Ve in tukezzibû fe kade kezzebe umemun min kabelikum, ve mâ alâr resûli illâl belâgul mubîn. ( 18 ) Eğer siz Peygamberi yalanlıyorsanız bilin ki, sizden önceki ümmetler de yalanlamışlardı. Peygambere düşen, sadece apaçık tebliğdir. ( 19 ) E ve lem yerav keyfe yubediullâhul halka, summe yuîduh, inne zâlike alâllâhi yesîr. ( 19 ) Allah'ın yaratmaya nasıl başlayıp, sonra onu nasıl tekrar edeceğini anlamazlar mı? Doğrusu bu Allah'a kolaydır. ( 20 ) Kul sîrû fîl ardi fanzurû keyfe bedeel halk, summallâhu yunşîun neş’etel âhirah, innallâhe alâ kulli şey’in kadîr. ( 20 ) "Yeryüzünde dolaşın ve böylece ilk yaratılışın nasıl olduğuna bakın. Sonra Allah, ahiretin yaratılışını inşa edecek (gerçekleştirecek). Muhakkak ki Allah, herşeye kaadirdir." de. ( 21 ) Yuazzibu mey yeşâu ve yerhamu mey yeşâ, ve ileyhi tukalebûn. ( 21 ) (Allah), dilediği kişiye azap eder ve dilediği kişiye rahmet eder (Rahîm esmasıyla tecelli eder). Ve O’na, (halden hale çevrilip) döndürüleceksiniz. ( 22 ) Ve mâ entum bi mu’cizîne fîl ardi ve lâ fîs semâ ve mâ lekum min dûnillâhi min veliyyin ve lâ nasîr. ( 22 ) Siz ne yeryüzünde ve ne de gökte Allah'ı aciz bırakabilirsiniz. Allah'tan başka bir dost ve yardımcınız da bulunmaz." ( 23 ) Vellezîne keferû bi âyâtillâhi ve likâihî ulâike yeisû min rahmetî ve ulâike lehum azâbun elîm. ( 23 ) Allah'ın ayetlerini ve O'na kavuşmayı inkar edenler, işte onlar Benim rahmetimden ümitlerini kesmiş olanlardır. İşte can yakıcı azap onlar içindir.
  • ( 24 ) Fe mâ kâne cevâbe kavmihî illâ en kâlûktulûhu ev harrikûhu fe encâhullâhu minen nâr, inne fî zâlike le âyâtin li kavmin yuk’minûn. ( 24 ) İbrahim'in sözlerine milletinin cevabı sadece: "Onu öldürün yahut yakın" demek oldu. Ama Allah onu ateşten kurtardı. Doğrusu bunda, inanan kimseler için dersler vardır. ( 25 ) Ve kâle innemâttehaztum min dûnillâhi evsânen meveddete beynikum fîl hayâtid dunyâ, summe yevmel kiyâmeti yekfuru ba’dukum bi ba’din ve yel’anu ba’dukum ba’dan ve me’vâkumun nâru ve mâ lekum min nâsirîn. ( 25 ) İbrahim şöyle demişti: "Dünya hayatında, Allah'ı bırakıp aranızda putları muhabbet vesilesi kıldınız. Sonra kıyamet günü, birbirinize küfreder ve karşılıklı lanet okursunuz. Varacağınız yer ateştir; yardımcılarınız da yoktur." ( 26 ) Fe âmene lehu lûta ve kâle innî muhâcirun ilâ rabbî, innehu huvel azîzul hakîm. ( 26 ) Bunun üzerine Lut ona inandı ve İbrahim "Doğrusu ben Rabbimin dilediği yere hicret ediyorum, O şüphesiz güçlüdür, Hakim'dir" dedi. ( 27 ) Ve vehebenâ lehû ishâka ve ya’kûbe ve cealnâ fî zurriyyetihin nubuvvete vel kitâbe, ve âteynâhu ecerehu fîd dunyâ, ve innehu fîl âhirati le mines sâlihîn. ( 27 ) İbrahim'e İshak'ı ve Yakub'u bahşettik. Soyundan gelenlere Kitap ve peygamberlik verdik. Onu dünyada mükafatlandırdık; doğrusu o ahirette de iyilerdendir. ( 28 ) Ve lûtan iz kâle li kavmihî innekum le te’tûnel fâhişete mâ sebekakum bihâ min ehadin minel âlemîn. ( 28 ) Lut da, milletine şöyle demişti: "Doğrusu siz dünyalarda hiç kimsenin sizden önce yapmadığı bir hayasızlığı yapıyorsunuz." ( 29 ) E innekum le te’tûner ricâle ve takataûnes sebîle ve te’tûne fî nâdîkumul munker, fe mâ kâne cevâbe kavmihî illâ en kâlû’tinâ bi azâbillâhi in kunte mines sâdikîn. ( 29 ) "Erkeklere yaklaşıyor, yol kesiyor ve toplantılarınızda fena şeyler yapmıyor musunuz?" Milletinin cevabı: "Doğru sözlü isen bize Allah'ın azabını getir" demek oldu. ( 30 ) Kâle rabbinsurnî alâl kavmil mufsidîn. ( 30 ) Lut: "Rabbim! Bozgunculara karşı bana yardım et" dedi.
  • ( 31 ) Ve lemmâ câet rusulunâ ibrâhîme bil buşrâ, kâlû innâ muhlikû ehli hâzihil karyeh, inne ehlehâ kânû zâlimîn. ( 31 ) Elçilerimiz İbrahim'e müjde ile geldiklerinde: "Biz şu kent halkını yok edeceğiz, çünkü oranın halkı zalim kimselerdir" dediler. ( 32 ) Kâle inne fîhâ lûtâ, kâlû nahnu a’lemu bi men fîhâ le nunecciyennehu ve ehlehû illâmraetehu kânet minel gâbirîn. ( 32 ) İbrahim: "Ama Lut oradadır" dedi, elçiler: "Biz orada olanları daha iyi biliriz; onu ve geride kalanlardan olacak karısı dışında ailesini kurtaracağız" dediler. ( 33 ) Ve lemmâ en câet rusulunâ lûtan sîe bihim ve dâka bihim zer’ân, ve kâlû lâ tehaf ve lâ tahzen, innâ muneccûke ve ehleke illâmraeteke kânet minel gâbirîn. ( 33 ) Ve resûllerimiz Lut (A.S)’a geldiği zaman üzüldü, telâşlandı ve onlarla içi daraldı. (Resûller): "Korkma ve mahzun olma (üzülme). Muhakkak ki biz, seni ve hanımın hariç, aileni mutlaka kurtaracağız. (Senin hanımın) geride kalanlardan olacak." dediler. ( 34 ) İnnâ munzilûne alâ ehli hâzihil karyeti ricezen mines semâi bimâ kânû yefsukûn. ( 34 ) Muhakkak ki biz, fısk yapmış oldukları şey (ahlâksızlık) sebebiyle bu beldenin halkı üzerine semadan ricz (azap) indirecek olanlarız. ( 35 ) Ve lekad teraknâ minhâ âyeten beyyineten li kavmiy ya’kilûn. ( 35 ) And olsun ki, Biz, düşünen kimseler için oradan apaçık bir belgeyi geride bırakmışızdır. ( 36 ) Ve ilâ medyene ehâhum şuayiben fe kâle yâ kavmi’budûllâhe vercûl yevmel âhira ve lâ ta’sev fîl ardi mufsidîn. ( 36 ) Medyen halkına kardeşleri Şuayb'ı gönderdik. O, "Ey milletim! Allah'a kulluk edin, ahiret gününe umut besleyin. Yeryüzünde bozgunculuk yaparak karışıklık çıkarmayın" dedi. ( 37 ) Fe kezzebûhu fe ehazethumur recefetu fe asbehû fî dârihim câsimîn. ( 37 ) Ama onu yalanladılar. Bu yüzden onları bir titreme aldı ve oldukları yerde diz üstü çöküverdiler. ( 38 ) Ve âden ve semûde ve kad tebeyyene lekum min mesâkinihim, ve zeyyene lehumuş şeytânu a’mâlehum fe saddehum anis sebîli ve kânû mustebesirîn. ( 38 ) Ad ve Semud milletlerini de yok ettik. Bunu, oturdukları yerler göstermektedir. Şeytan kendilerine, işlediklerini güzel gösterdi; onları doğru yoldan alıkoydu. Oysa kendileri bunu anlayacak durumda idiler.
  • ( 39 ) Ve kârûne ve fir’avne ve hâmân ve lekade câehum mûsâ bil beyyinâti festekberû fîl ardi ve mâ kânû sâbikîn. ( 39 ) Karun'u, Firavun'u ve Haman'ı da yok ettik. And olsun ki Musa kendilerine belgelerle gelmişti de onlar yeryüzünde büyüklük taslamışlardı. Oysa azabımızdan kurtulamazlardı. ( 40 ) Fe kullen ehaznâ bi zenbih, fe minhum men erselnâ aleyhi hâsibân, ve minhum men ehazethus sayhatu, ve minhum men hasefnâ bihil arda, ve minhum men agrakanâ, ve mâ kânallâhu li yazlimehum ve lâkin kânû enfusehum yazlimûn. ( 40 ) Her birini günahı sebebiyle yakaladık; kimine taşlar savuran rüzgarlar gönderdik, kimini bir çığlık yok etti, kimini yerin dibine geçirdik, kimini de suda boğduk. Onlara, Allah zulmetmiyordu, fakat onlar kendilerine yazık ediyorlardı. ( 41 ) Meselullezînettehazû min dûnillâhi evliyâe ke meselil ankebût, ittehazet beyte ve inne evhenel buyûti le beytul ankebût, lev kânû ya’lemûn. ( 41 ) Allah'tan başka dostlar edinenlerin durumu, kendine yuva yapan dişi örümceğin durumu gibidir. Evlerin en dayanıksızı ise şüphesiz örümceğin yuvasıdır. Keşke bilseler. ( 42 ) İnnallâhe ya’lemu mâ yed’ûne min dûnihî min şey’, ve huvel azîzul hakîm. ( 42 ) Doğrusu Allah, Kendini bırakıp da yalvardıkları şeyi bilir. O güçlüdür, Hakim'dir. ( 43 ) Ve tilkel emsâlu nadribuhâ lin nâs ve mâ ya’kiluhâ illel âlimûn. ( 43 ) Biz bu misalleri insanlara veriyoruz, onları ancak bilenler anlayabilir. ( 44 ) Halakallâhus semâvâti vel arda bil hakk, inne fî zâlike le âyetel lil mu’minîn. ( 44 ) Allah gökleri ve yeri gerektiği gibi yaratmıştır. Doğrusu bunda inananlara bir ders vardır. ( 45 ) Utlu mâ ûhiye ileyke minel kitâbi ve ekimis salâh, innes salâte tenhâ anil fahşâi vel munker, ve le zikrullâhi ekber, vallâhu ya’lemu mâ tasneûn. ( 45 ) Kitap'tan sana vahyolunanı oku; namaz kıl; muhakkak ki namaz hayasızlıktan ve fenalıktan alıkor; Allah'ı anmak en büyük şeydir! Allah Yaptıklarınızı bilir.


Âyetleri daha iyi anlamak için ehl-i sünnet hocalarımızın tefsirini okumanız tavsiye edilir.