68. Kalem ( Nûn ) Sûresi ( سُورَةُ الْقَلَمِ ) Surah Al-Qalam
Kur’ân sayfa no : 563 - 565   Cüz : 29   Âyet sayısı : 52
Okuyan : Mishary bin Rashid Alafasy
( Kur'ân Kârî’si, Hâfız, Vaiz, İmam ve Kıraât Alimi )

  • 68. Kalem ( Nûn ) Sûresi ( سُورَةُ الْقَلَمِ ) Surah Al-Qalam

    Bismillâhir rahmânir rahîm
    Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla

    ( 1 ) Nûn vel kalemi ve mâ yesturûn(yesturûne). ( 1 )   Nûn. Kaleme ve satır satır yazdıklarına andolsun! ( 2 ) Mâ ente bi ni’meti rabbike bi mecenûn(mecnûnin). ( 2 )   Rabbinin ni’meti ile sen mecnun değilsin. ( 3 ) Ve inne leke le eceran gayra memnûn(memnûnin). ( 3 )   Doğrusu sana kesintisiz bir ecir vardır. ( 4 ) Ve inneke le alâ hulukın azîm(azîmin). ( 4 )   Şüphesiz sen büyük bir ahlaka sahipsindir. ( 5 ) Fe se tubesıru ve yubesırûn(yubsırûne). ( 5 )   Artık yakında sen göreceksin ve onlar da görecekler. ( 6 ) Bi eyyikumul meftûn(meftûnu). ( 6 )   Sizin hanginiz meftun (şaşkın)? ( 7 ) İnne rabbeke huve a’lemu bi men dalle an sebîlihî ve huve a’lemu bil muhtedîn(muhtedîne). ( 7 )   Doğrusu senin Rabbin, yolundan sapıtanları çok iyi bilir; O, doğru yolda olanları da çok iyi bilir. ( 8 ) Fe lâ tutııl mukezzibîn(mukezzibîne). ( 8 )   Bundan böyle, yalanlayanlara itaat etme; ( 9 ) Veddû lev tudehinu fe yudehinûn(yudhinûne). ( 9 )   (Onlar sana indirilen ayetlerden beğenmediklerini bırakman suretiyle senin) kendilerine yumuşak davranmanı isterler; böyle yapsan, onlar da seni över, yumuşak davranırlar. ( 10 ) Ve lâ tutı’ kulle hallâfin mehîn(mehînin). ( 10 )   Lüzumsuz yere çok yemin edenlerin hiçbirine itaat etme. ( 11 ) Hemmâzin meşşâin bi nemîm(nemîmin). ( 11 )   Devamlı kusur arayanlara, lâf taşıyanlara (itaat etme). ( 12 ) Mennâın lil hayri mu’tedin esîm(esîmin). ( 12 )   Hayrı devamlı engelleyenlere, haddi tecavüz eden günahkârlara (itaat etme). ( 13 ) Utullin ba’de zâlike zenîm(zenîmin). ( 13 )   Kötülük yapan zorbalara, bundan başka haram yiyen günahkârlara (itaat etme). ( 14 ) En kâne zâ mâlin ve benîn(benîne). ( 14 )   Mallara ve oğullara sahip olmaları (sebebiyle onlara itaat etme). ( 15 ) İzâ tutlâ aleyhi âyâtunâ kâle esâtîrul evvelîn(evvelîne). ( 15 )   Ayetlerimiz ona okunduğu zaman: "Öncekilerin masalları" der.
  • ( 16 ) Se nesimuhu alâl hurtûm(hurtûmi). ( 16 )   Onun havada olan burnunu yakında yere sürteceğiz. ( 17 ) İnnâ belevnâhum ke mâ belevnâ ashâbel cenneti, iz akasemû le yasrimunnehâ musbihîn(musbihîne). ( 17 )   Muhakkak ki Biz, onları belâya uğrattık. Bostan mahsulünü mutlaka, sabah erkenden (fakirlere göstermeden) devşirmek için yeminleşen bostan sahiplerini belâya uğrattığımız gibi. ( 18 ) Ve lâ yestesnûn(yestesnûne). ( 18 )   Ve bir istisna yapmıyorlar. ( 19 ) Fe tâfe aleyhâ tâifun min rabbike ve hum nâimûn(nâimûne). ( 19 )   Fakat onlar uyuyorken, Rabbin tarafından gönderilen bir afet onun (bostan mahsullerinin) üzerinde dolaştı. ( 20 ) Fe asbahat kes sarîm(sarîmi). ( 20 )   Böylece (mahsul) simsiyah oldu (bahçe kara toprak gibi oldu). ( 21 ) Fe tenâdev musbihîn(musbihîne). ( 21 )   Nihayet sabah olunca birbirlerine seslendiler. ( 22 ) Enıg’dû alâ harsikum in kuntum sârımîn(sârımîne). ( 22 )   Eğer devşirecekseniz, tarlanıza sabah erken gidin! ( 23 ) Fentalekû ve hum yetehâfetûn(yetehâfetûne). ( 23 )   Bundan sonra aralarında gizlice konuşarak (evden) ayrıldılar. ( 24 ) En lâ yedehulennehâl yevme aleykum miskîn(miskînun). ( 24 )   Sakın bugün oraya (bostana) sizin yanınıza bir yoksul girmesin. ( 25 ) Ve gadev alâ hardin kâdirîn(kâdirîne). ( 25 )   Yoksullara yardım etmeye güçleri yeterken böyle konuşarak erkenden gittiler. ( 26 ) Fe lemmâ raevhâ kâlû innâ le dâllûn(dâllûne). ( 26 )   Fakat onu (bostanın halini) görünce: “Muhakkak ki biz, gerçekten dalâlette olan kimseleriz.” dediler. ( 27 ) Bel nahnu mahrûmûn(mahrûmûne). ( 27 )   Hayır, biz mahrum olan kimseleriz. ( 28 ) Kâle evsatuhum e lem ekul lekum lev lâ tusebbihûn(tusebbihûne). ( 28 )   Ortancaları: "Ben size Allah'ı anmanız gerekmez mi, dememiş miydim?" dedi. ( 29 ) Kâlû subehâne rabbinâ innâ kunnâ zâlimîn(zâlimîne). ( 29 )   "Rabbimizi tenzih ederiz; doğrusu biz yazık etmiştik" dediler. ( 30 ) Fe akbele ba’duhum alâ ba’dın yetelâvemûn(yetelâvemûne). ( 30 )   Birbirlerini yermeye başladılar. ( 31 ) Kâlû yâ veylenâ innâ kunnâ tâgîn(tâgîne). ( 31 )   Sonra şöyle dediler: "Yazıklar olsun bize; doğrusu azgınlık edenlerdendik." ( 32 ) Asâ rabbunâ ey yubedilenâ hayran minhâ innâ ilâ rabbinâ râgıbûn(râgıbûne). ( 32 )   "Belki Rabbimiz bize bundan daha iyisini verir; doğrusu artık, Rabbimizden dilemekteyiz." ( 33 ) Kezâlikel azâbe(azâbu), ve le azâbul âhırati ekber(ekberu), lev kânû ya’lemûn(ya’lemûne). ( 33 )   İşte azap böyledir; ama ahiret azabı daha büyüktür; keşke bilseler! ( 34 ) İnne lil muttakîne inde rabbihim cennâtin naîm(naîmi). ( 34 )   Allah'a karşı gelmekten sakınanlara, Rableri katında nimet cennetleri vardır. ( 35 ) E fe nece’alul muslimîne kel mucerimîn(mucrimîne). ( 35 )   Kendilerini Allah'a vermiş olanları hiç suçlular gibi tutar mıyız? ( 36 ) Mâ lekum, keyfe tahkumûn(tahkumûne). ( 36 )   Ne oluyorsunuz? Ne biçim hükmediyorsunuz? ( 37 ) Em lekum kitâbun fîhi tederusûn(tedrusûne). ( 37 )   Yoksa okuduğunuz bir kitabınız mı var? ( 38 ) İnne lekum fîhi lemâ tehayyerûn(tehayyerûne). ( 38 )   Seçtikleriniz herhalde orada olacaktır. ( 39 ) Em lekum eymânun aleynâ bâligatun ilâ yevmil kıyâmeti inne lekum le mâ tahkumûn(tahkumûne). ( 39 )   Yoksa aleyhimizde, kıyamet gününe kadar süregidecek ahidleriniz mi var ki, kendinize hükmettikleriniz sizin olacaktır? ( 40 ) Sel hum eyyuhum bi zâlike zeîm(zeîmun). ( 40 )   Sor onlara: "Bunu kim üzerine alır?" ( 41 ) Em lehum şurakâu, felye’tû bi şurakâihim in kânû sâdikîn(sâdikîne). ( 41 )   Yoksa onların ortakları mı vardır? Doğru sözlü iseler ortaklarını getirsinler. ( 42 ) Yevme yukşefu an sâkın ve yude’avne ilâs sucûdi fe lâ yestetîûn(yestetîûne). ( 42 )   Gerçeklerin açığa çıktığı gün, secde etmeye davet olunurlar. Fakat (secde etmeye) güçleri yetmez.
  • ( 43 ) Hâşiaten ebesâruhum terhekuhum zilletun, ve kade kânû yud’avne ilâs sucûdi ve hum sâlimûn(sâlimûne). ( 43 )   Gözleri korkudan ürpermiş halde, onları bir zillet kaplar. Onlar, salimken (sağlıklı ve selâmette iken) secde etmeye davet olunmuşlardı. ( 44 ) Fe zernî ve mey yukezzibu bi hâzâl hadîs(hadîsi), se nestedricuhum min haysu lâ ya’lemûn(ya’lemûne). ( 44 )   Kuran'ı yalanlayanları Bana bırak; Biz onları bilmedikleri yerden yavaş yavaş azaba yaklaştıracağız. ( 45 ) Ve umlî lehum, inne keydî metîn(metînun). ( 45 )   Onlara mehil veriyorum; doğrusu Benim tuzağım sağlamdır. ( 46 ) Em tes’eluhum eceran fe hum min magramin muskalûn(muskalûne). ( 46 )   Yoksa, sen onlardan ücret istiyorsun da, ağır bir borç altında mı kalıyorlar? Elbette hayır. ( 47 ) Em inde humul gaybu fe hum yektubûn(yektubûne). ( 47 )   Yoksa, gaybın bilgisi kendilerinin katında da onlar mı yazıyorlar? ( 48 ) Fasbir li hukmi rabbike ve lâ tekun ke sâhıbil hûti, iz nâdâ ve huve mekzûm(mekzûmun). ( 48 )   Sen Rabbinin hükmüne kadar sabret; balık sahibi (Yunus) gibi olma, o, pek üzgün olarak Rabbine seslenmişti. ( 49 ) Levlâ en tedârakehu ni’metun mir rabbihî le nubize bil arâi ve huve mezmûm(mezmûmun). ( 49 )   Rabbinin katından ona bir nimet ulaşmasaydı, kınanmış olarak sahile atılacaktı. ( 50 ) Fecetebâhu rabbuhu fe cealehu mines sâlihîn(sâlihîne). ( 50 )   Fakat O’nun Rabbi, kendisini seçti, böylece O’nu salihlerden kıldı. ( 51 ) Ve in yekâdullezîne keferû le yuzlikûneke bi ebesârihim lemmâ semiûz zikra ve yekûlûne innehu le mecenûn(mecnûnun). ( 51 )   Ve inkâr edenler, zikri (Kur’ân’ı) işittikleri zaman gerçekten seni, neredeyse gözleri ile devirirler. Ve: “Muhakkak ki o, gerçekten mecnundur (delidir).” derler. ( 52 ) Ve mâ huve illâ zikrun lil âlemîn(âlemîne). ( 52 )   Oysa Kuran, alemler için bir öğütten başka bir şey değildir.