27. Neml Sûresi ( سُورَةُ النَّمْلِ ) Surah An-Naml
Kur’ân sayfa no : 376 - 384   Cüz : 19 - 20   Âyet sayısı : 93
Okuyan : Mishary bin Rashid Alafasy

  • 27. Neml Sûresi ( سُورَةُ النَّمْلِ ) Surah An-Naml

    Bismillâhir rahmânir rahîm
    Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla

    ( 1 ) Tâ sîn, tilke âyâtul kur’âni ve kitâbin mubîn. ( 1 )   Ta, Sin, Bunlar Kuran'ın, Kitab-ı Mübin'in ayetleridir. ( 2 ) Huden ve buşrâ lil muk’minîn. ( 2 )   Mü’minler için hidayete erdirici ve müjdeleyicidir. ( 3 ) Ellezîne yukîmûnes salâte ve yu’tûnez zekâte ve hum bil âhirati hum yûkinûn. ( 3 )   Onlar, namazı ikame ederler, zekâtı verirler ve onlar ki, onlar ahirete yakîn (sahibi) olarak inanırlar. ( 4 ) İnnellezîne lâ yuk’minûne bil âhirati zeyyennâ lehum a’mâlehum fe hum ya’mehûn. ( 4 )   Ahirete inanmayanların yaptıkları işleri kendilerine güzel göstermişizdir; bu yüzden körü körüne bocalarlar. ( 5 ) Ulâikellezîne lehum sûul azâbi ve hum fîl âhirati humul ahserûn. ( 5 )   Kötü azap işte bunlaradır. Ahirette en çok kayba uğrayacaklar da bunlardır. ( 6 ) Ve inneke le tulekkal kur’âne mil ledun hakîmin alîm. ( 6 )   Şüphesiz, Kuran'ı, Hakim ve Alim olan Allah katından almaktasın. ( 7 ) İz kâle mûsâ li ehlihî innî ânestu nârân, se âtîkum minhâ bi haberin ev âtîkum bi şihâbin kabesin leallekum tastalûn. ( 7 )   Musa, ailesine: "Ben bir ateş gördüm; size oradan ya bir haber getireceğim, yahut ısınasınız diye tutuşmuş bir odun getireceğim" demişti. ( 8 ) Fe lemmâ câehâ nûdiye en bûrike men fîn nâri ve men havlehâ, ve subehânallâhi rabbil âlemîn. ( 8 )   Oraya geldiğinde, kendisine şöyle nida olunmuştu: "Ateşin yanında olan ve çevresinde bulunanlar mübarek kılınmıştır. Alemlerin Rabbi olan Allah münezzehtir" ( 9 ) Yâ mûsâ innehû enallâhul azîzul hakîm. ( 9 )   "Ey Musa! Gerçek şu ki, Ben, güçlü ve hakim olan Allah'ım" ( 10 ) Ve elki asâk, fe lemmâ raâhâ tehtezzu ke ennehâ cânnun vellâ mudebiran ve lem yuakkibe, yâ mûsâ lâ tehaf innî lâ yehâfu ledeyyel murselûn. ( 10 )   "Ve asanı at!" Bunun üzerine (asasını atınca) onun yılan gibi hareket ettiğini görünce, arkasına bakmadan geri dönüp kaçtı. "Ya Musa! Korkma, muhakkak ki Ben(im), Benim yanımda (huzurumda) resûller korkmazlar." ( 11 ) İllâ men zaleme summe beddele husnen ba’de sûin fe innî gafûrun rahîm. ( 11 )   Ancak zulmedenler hariç. Ama kim kötülüğü işledikten sonra iyiliğe (mürşidine tâbî olup günahlarını sevaba) çevirirse, o zaman muhakkak ki Ben, Gafûr’um (mağfiret eden, günahları sevaba çeviren) Rahîm’im (Rahîm esmasıyla tecelli eden). ( 12 ) Ve edehil yedeke fî ceybike tahruce beydâe min gayri sû fî tis’i âyâtin ilâ fir’avne kavmih, innehum kânû kavmen fâsikîn. ( 12 )   Ve elini koynuna sok. Onu kusursuz beyaz olarak çıkar. Bu (âyet, mucize) firavuna ve onun kavmine (ait) dokuz âyet içindedir. Muhakkak ki onlar, fasık bir kavim oldular. ( 13 ) Fe lemmâ câethum âyâtunâ mubesiraten kâlû hâzâ sihrun mubîn. ( 13 )   Ayetlerimiz gözlerinin önüne serilince: "Bu apaçık bir sihirdir" dediler.
  • ( 14 ) Ve cehadû bihâ vesteykanethâ enfusuhum zulmen ve uluvvâ, fenzur keyfe kâne âkibetul mufsidîn. ( 14 )   Gönülleri kesin olarak kabul ettiği halde, haksızlık ve büyüklenmelerinden ötürü onları bile bile inkar ettiler. Bozguncuların sonunun nasıl olduğuna bir bak! ( 15 ) Ve lekade âteynâ dâvûde ve suleymâne ilmâ, ve kâlâl hamdu lillâhillezî faddalenâ alâ kesîrin min ibâdihil muk’minîn. ( 15 )   And olsun ki, Davud'a ve Süleyman'a ilim verdik. İkisi "Bizi mümin kullarının çoğundan üstün kılan Allah'a hamdolsun" dediler. ( 16 ) Ve varise suleymânu dâvûde ve kâle yâ eyyuhân nâsu ullimnâ mentikat tayri, ve ûtînâ min kulli şey’, inne hâzâ le huvel fadlul mubîn. ( 16 )   Süleyman Davud'a varis oldu: "Ey insanlar! Bize kuş dili öğretildi ve bize herşeyden bolca verildi. Doğrusu bu apaçık bir lütuftur" dedi. ( 17 ) Ve huşira li suleymâne cunûduhu minel cinni vel insi vet tayri fe hum yûzeûn. ( 17 )   Süleyman'ın cinlerden, insanlardan ve kuşlardan müteşekkil olan ordusu toplandı. Hepsi toplu olarak gidiyorlardı. ( 18 ) Hattâ izâ etev alâ vâdin nemli kâlet nemletun yâ eyyuhân nemludehulû mesâkinekum, lâ yahtimennekum suleymânu ve cunûduhu ve hum lâ yeş’urûn. ( 18 )   Sonunda, karıncaların bulunduğu vadiye geldiklerinde bir dişi (kraliçe) karınca: "Ey karıncalar! Yuvalarınıza girin, Süleyman'ın ordusu farkına varmadan sizi ezmesin" dedi. ( 19 ) Fe tebesseme dâhiken min kavlihâ ve kâle rabbi evzi’nî en eşkure ni’metekelletî en’amte aleyye ve alâ vâlideyye ve en a’mele salihan terdâhu ve edehilnî bi rahmetike fî ibâdikes sâlihîn. ( 19 )   Süleyman, onun sözüne hafifçe güldü ve: "Rabbim! Bana ve ana babama verdiğin nimete şükürde, hoşnut olacağın işi yapmakta beni muvaffak kıl. Rahmetinle, beni iyi kullarının arasına koy" dedi. ( 20 ) Ve tefekkadat tayra fe kâle mâliye lâ erâl huduhude em kâne minel gâibîn. ( 20 )   Süleyman, kuşları araştırarak: "Hüdhüd'ü niçin göremiyorum? Yoksa kayıplarda mı? Bana apaçık bir delil getirmelidir; yoksa onu ya şiddetli bir azaba uğratırım yahut keserim" dedi. ( 21 ) Le uazzibennehu azâben şedîden ev le ezbehannehû ev le ye’tiyennî bi sultânin mubîn. ( 21 )   Süleyman, kuşları araştırarak: "Hüdhüd'ü niçin göremiyorum? Yoksa kayıplarda mı? Bana apaçık bir delil getirmelidir; yoksa onu ya şiddetli bir azaba uğratırım yahut keserim" dedi. ( 22 ) Fe mekese gayra baîdin fe kâle ehattu bi mâ lem tuhita bihî ve ci’tuke min sebein bi nebein yakîn. ( 22 )   Çok geçmeden geldi. Ve: "Senin ihata edemediğin bir şeyi, ben ihata ettim (öğrendim). Seba’dan sana yakîn (kesin) bir haber getirdim." dedi.
  • ( 23 ) İnnî vecedtumraeten temlikuhum ve ûtiyet min kulli şey’in ve lehâ arşun azîm. ( 23 )   Gerçekten ben, onlara melik olan (hükümdarlık yapan) bir hanım buldum. Ona, herşeyden verilmiş ve onun büyük bir arşı (tahtı) var. ( 24 ) Vecedtuhâ ve kavmehâ yescudûne liş şemsi min dûnillâhi ve zeyyene lehumuş şeytânu a’mâlehum fe saddehum anis sebîli fe hum lâ yehtedûn. ( 24 )   Onu ve kavmini Allah’ın yerine güneşe secde ederken buldum. Ve şeytan, onlara yaptıklarını süslemiş ve böylece (Allah’ın) sebîlinden (yolundan) men etmiş. Bu sebeple onlar hidayette değiller. ( 25 ) Ellâ yescudû lillâhillezî yuhricul hab’e fîs semâvâti vel ardi ve ya’lemu mâ tuhfûne ve mâ tu’linûn. ( SECDE ÂYETİ ) ( 25 )   Göklerde ve yerde saklı olanı (meydana) çıkaran ve sizin sakladığınızı da açıkladığınızı da bilen Allah’a, nasıl secde etmezler? ( 26 ) Allâhu lâ ilâhe illâ huve rabbul arşil azîm. ( 26 )   O Allah ki, arşıl azîm’in Rabbidir. O’ndan başka İlâh yoktur. ( 27 ) Kâle se nenzuru e sadakate em kunte minel kâzibîn. ( 27 )   Süleyman şöyle söyledi: "Doğru mu söylüyorsun, yoksa yalancılardan mısın, bakacağız." ( 28 ) İzheb bi kitâbî hâzâ fe elkih ileyhim summe tevelle anhum fanzur mâzâ yerciûn. ( 28 )   "Şu yazımı götür, onlara at, sonra bir yana çekil, varacakları sonuca bak." ( 29 ) Kâlet yâ eyyuhâl meleu innî ulkiye ileyye kitâbun kerîm. ( 29 )   (Sebe Melikesi): "Ey ileri gelenler! Gerçekten bana kerim (kıymetli) bir yazı (mektup) bırakıldı." dedi. ( 30 ) İnnehu min suleymâne ve innehu bismillâhir rahmânir rahîm. ( 30 )   Muhakkak ki o Süleyman (A.S)’dan. Ve gerçekten o, Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın adı’yla (başlıyor). ( 31 ) Ellâ ta’lû aleyye ve’tûnî muslimîn. ( 31 )   Bana karşı büyüklük taslamayın. Ve bana teslim olmak üzere gelin. ( 32 ) Kâlet yâ eyyuhâl meleu eftûnî fî emrî, mâ kuntu kâtiaten emran hattâ teşhedûn. ( 32 )   "Ey ileri gelenler! Vereceğim emir hakkında bana fikrinizi söyleyin; siz benim yanımda bulunmadıkça, bir iş hakkında kesin bir hüküm vermem" dedi. ( 33 ) Kâlû nahnu ulû kuvvetin ve ulû be’sin şedîdin vel emru ileyki fanzurî mâzâ te’murîn. ( 33 )   "Biz güçlü kimseler ve zorlu savaş adamlarıyız, emir senindir, sen emretmene bak." ( 34 ) Kâlet innel mulûke izâ dehalû karyeten efsedûhâ ve cealû eizzete ehlihâ ezilleteh, ve kezâlike yef’alûn. ( 34 )   (Sebe Melikesi): "Muhakkak ki melikler (hükümdarlar), bir ülkeye girdikleri zaman, onu ifsad ederler (bozguna uğratırlar) ve onun halkının izzet sahibi olanlarını zillete düşürürler. Ve işte onlar böyle yaparlar." dedi. ( 35 ) Ve innî mursiletun ileyhim bi hediyyetin fe nâziratun bime yerciul murselûn. ( 35 )   Ve muhakkak ki ben onlara hediye ile resûller göndereceğim. Böylece bakalım resûller (elçiler) ne ile dönecekler?
  • ( 36 ) Fe lemmâ câe suleymâne kâle e tumiddûneni bi mâlin fe mâ âtâniyallâhu hayrun mimmâ âtâkum, bel entum bi hediyyetikum tefrahûn. ( 36 )   Bunun üzerine (resûller hediyelerle) Süleyman (A.S)’a geldikleri zaman (Süleyman A.S): "Bana mal ile yardım mı ediyorsunuz? Allah’ın bana verdiği şeyler, size verdiği şeylerden daha hayırlı. Hayır, siz hediyenizle seviniyorsunuz (övünüyorsunuz)." dedi. ( 37 ) İrci’ ileyhim fe le ne’tiyennehum bi cunûdin lâ kibele lehum bihâ ve le nuhricennehum minhâ ezilleten ve hum sâgirûn. ( 37 )   Onlara (geri) dön. Bundan sonra mutlaka onların karşı koyamayacakları ordularla onlara geliriz. Ve mutlaka onları küçük düşürerek, zilletle oradan çıkarırız. ( 38 ) Kâle yâ eyyuhâl meleu eyyekum ye’tînî bi arşihâ kabele ey ye’tûnî muslimîn. ( 38 )   Süleyman: "Ey cemaat! Bana teslim olmalarından önce, hanginiz o kraliçenin tahtını yanıma getirebilir?" dedi. ( 39 ) Kâle ifrîtun minel cinni ene âtîke bihî kabele en tekûme min makâmik ve innî aleyhi le kaviyyun emîn. ( 39 )   Cinlerden bir ifrit: "Sen yerinden kalkmadan önce sana onu getiririm, buna karşı güvenilir bir güce sahibim" dedi. ( 40 ) Kâlellezî indehu ilmun minel kitâbi ene âtîke bihî kabele ey yertedde ileyke tarfuk, fe lemmâ raâhu mustekirran indehu kâle hâzâ min fadli rabbî, li yebeluvenî e eşkur em ekfur, ve men şekera fe innemâ yeşkuru li nefsih ve men kefere fe inne rabbî ganiyyun kerîm. ( 40 )   Kitabın bilgisine sahip olan biri: "Gözünü açıp kapamadan ben onu sana getiririm" dedi. Süleyman, tahtı yanına yerleşivermiş görünce: "Bu, şükür mü edeceğim yoksa nankörlük mü edeceğim diye beni sınayan Rabbimin lütfundandır. Şükreden ancak kendisi için şükretmiş olur; fakat nankörlük eden bilsin ki Rabbim müstağnidir, kerem sahibidir" dedi. ( 41 ) Kâle nekkirû lehâ arşahâ nenzur e tehtedî em tekûnu minellezîne lâ yehtedûn. ( 41 )   Süleyman "Onun tahtını tanınmaz hale getirin, bakalım tanıyabilecek mi yoksa tanıyamayacak mı?" (yola gelecek mi, yoksa yola gelmeyenlerden mi olacak?) dedi. ( 42 ) Fe lemmâ câet kîle e hâkezâ arşuk, kâlet ke ennehu huv ve ûtînel ilme min kabelihâ ve kunnâ muslimîn. ( 42 )   Melike geldiğinde "Senin tahtın böyle miydi?" denildi. O da "Sanki odur, daha önce bize bilgi verilmişti ve teslim olmuştuk" dedi. ( 43 ) Ve saddehâ mâ kânet ta’budu min dûnillâh, innehâ kânet min kavmin kâfirîn. ( 43 )   Melikeyi o zamana kadar alıkoyan, Allah'tan başka taptığı şeylerdi; çünkü kendisi inkarcı bir millettendi. ( 44 ) Kîle lehâdehulîs sarh, fe lemmâ raethu hasibethu lucceten ve keşefet an sâkayhâ, kâle innehu sarhun mumerradun min kavârîr, kâlet rabbi innî zalemtu nefsî ve eslemtu mea suleymâne lillâhi rabbil âlemîn. ( 44 )   Ona: "Köşke gir" dendi; salonu görünce, onu derin bir su zannetti, eteğini çekti. Süleyman: "Doğrusu bu camdan yapılmış mücella bir salondur" dedi. Melike: "Rabbim! Şüphesiz ben kendime yazık etmişim. Süleyman'la beraber, Alemlerin Rabbi olan Allah'a teslim oldum" dedi.
  • ( 45 ) Ve lekade erselnâ ilâ semûde ahâhum sâlihan eni’budûllâhe fe izâhum ferîkâni yahtesimûn. ( 45 )   And olsun ki, Semud milletine kardeşleri Salih'i "Allah'a kulluk ediniz" desin diye gönderdik. Hemen birbiriyle çekişen iki zümreye ayrıldılar. ( 46 ) Kâle yâ kavmi lime testa’cilûne bis seyyieti kabelel haseneh, lev lâ testagfirûnallâhe leallekum turhamûn. ( 46 )   Salih: "Ey milletim! Niye iyilikten önce, acele kötülük istiyorsunuz? Merhamet olunasınız diye Allah'tan mağfiret dileseniz olmaz mı?" dedi. ( 47 ) Kâlût tayyarnâ bike ve bi men meak, kâle tâirukum indallâh bel entum kavmun tuftenûn. ( 47 )   "Sen ve beraberindekiler yüzünden uğursuzluğa uğradık" dediler. Salih: "Uğursuzluğunuz Allah katındandır; belki imtihana çekilen bir milletsiniz" dedi. ( 48 ) Ve kâne fîl medîneti tis’atu rahtin yufsidûne fîl ardi ve lâ yuslihûn. ( 48 )   O şehirde, yeryüzünde bozgunculuk yapan, düzeltmeye uğraşmayan dokuz kişi (çete) vardı. ( 49 ) Kâlû tekâsemû billâhi le nubeyyitennehu ve ehlehu summe le nekûlenne li veliyyihî mâ şehidenâ mehlike ehlihî ve innâ le sâdikûn. ( 49 )   "Biz gece ona ve ailesine baskın verelim, sonra da onun dostuna, ailesinin yok edilişinde bulunmadık, şüphesiz biz doğru söylüyoruz, diyelim" diye aralarında Allah'a yemin ettiler. ( 50 ) Ve mekerû mekran ve mekernâ mekran ve hum lâ yeş’urûn. ( 50 )   Onlar bir düzen kurdular. Biz farkettirmeden düzenlerini bozduk. ( 51 ) Fanzur keyfe kâne âkibetu mekrihim ennâ demmernâhum ve kavmehum ecemeîn. ( 51 )   Hilelerinin sonunun nasıl olduğuna bir bak! Biz onları ve milletlerini, hepsini, yerle bir ettik. ( 52 ) Fe tilke buyûtuhum hâviyeten bimâ zalemû, inne fî zâlike le âyeten li kavmiy ya’lemûn. ( 52 )   İşte, haksızlıklarına karşılık çökmüş bulunan evleri! Bunda, bilen bir millet için şüphesiz, ders vardır. ( 53 ) Ve enceynâllezîne âmenû ve kânû yettekûn. ( 53 )   İnanıp Allah'a karşı gelmekten sakınanları kurtardık. ( 54 ) Ve lûtan iz kâle li kavmihî e te’tûnel fâhişete ve entum tubesirûn. ( 54 )   Lut'u da gönderdik; milletine şöyle dedi: "Göz göre göre bir hayasızlık mı yapıyorsunuz?" ( 55 ) E innekum le te’tûner ricâle şehveten min dûnin nisâ, bel entum kavmun tecehelûn. ( 55 )   "Kadınları bırakıp, erkeklere mi yaklaşıyorsunuz; evet, siz cahil bir milletsiniz."
  • ( 56 ) Fe mâ kâne cevâbe kavmihî illâ en kâlû ahricû âle lûtin min karyetikum innehum unâsuy yetetahharûn. ( 56 )   Milletinin cevabı sadece: "Lut'un ailesini kasabanızdan çıkarın, güya onlar temiz kalmaya çalışan insanlarmış" demek oldu. ( 57 ) Fe enceynâhu ve ehlehû illâmraetehu kaddernâhâ minel gâbirîn. ( 57 )   Bunun üzerine onu ve ailesini kurtardık, yalnız karısının geride kalanlardan olmasını gerekli bulduk. ( 58 ) Ve emtarnâ aleyhim matarâne, fe sâe matarul munzerîn. ( 58 )   Geride kalanların üzerlerine bir yağmur yağdırdık. Uyarılan fakat yola gelmeyenlerin yağmuru ne kötü idi! ( 59 ) Kulil hamdu lillâhi ve selâmun alâ ibâdihillezînestafâ, âllâhu hayrun em mâ yuşrikûn. ( 59 )   De ki: "Hamd Allah'a mahsustur, seçtiği kullarına selam olsun. Allah mı daha iyidir, yoksa O'na koştukları ortaklar mı?" ( 60 ) Em men halakas semâvâti vel arda ve enzele lekum mines semâi mâen, fe enbetnâ bihî hadâika zâte behcetin, mâ kâne lekum en tunbitû şecerehâ, e ilâhun meallâh, bel hum kavmuy ya’dilûn. ( 60 )   Yoksa gökleri ve yeri yaratan, gökten size su indirip onunla, bir ağacını bile bitirmeye gücünüzün yetmediği, güzel güzel bahçeler meydana getiren mi? Allah'ın yanında başka bir tanrı mı? Hayır; onlar taptıklarını Allah'a eşit tutan bir millettir. ( 61 ) Em men cealel arda karâran ve ceale hilâlehâ enhâren ve ceale lehâ ravâsiye ve ceale beynel bahreyni hâcizâ, e ilâhun meallâh, bel ekseruhum lâ ya’lemûn. ( 61 )   Yoksa yeri, yaratıklarının oturmasına elverişli kılan ve aralarında ırmaklar meydana getiren, yeryüzüne sabit dağlar yerleştiren, iki deniz arasına engel koyan mı? Allah'ın yanında başka bir tanrı mı? Hayır; çoğu bilmezler. ( 62 ) Em mey yucîbul mudtarra izâ deâhu ve yekşifus sûe ve yece’alukum hulefâel ard, e ilâhun meallâh, kalîlen mâ tezekkerûn. ( 62 )   Yoksa, darda kalana, kendisine yakardığı zaman karşılık veren, başındaki sıkıntıyı gideren ve sizi yeryüzünün sahipleri yapan mı? Allah'ın yanında başka bir tanrı mi? Pek kıt düşünüyorsunuz. ( 63 ) Em mey yehdîkum fî zulumâtil berri vel bahri ve mey yursilur riyâha buşran beyne yedey rahmetih, e ilâhun meallâh, teâlallâhu ammâ yuşrikûn. ( 63 )   Yoksa, karanın ve denizin karanlıklarında size yol bulduran, rüzgarları rahmetinin önünde müjdeci gönderen mi? Allah'ın yanında başka bir tanrı mı? Allah, koştukları eşlerden yücedir.
  • ( 64 ) Em mey yebedeul halka summe yuîduhu ve mey yerzukukum mines semâi vel ard, e ilâhun meallâh, kul hâtû burhânekum in kuntum sâdikîn. ( 64 )   Yoksa, önce yaratan, sonra da yaratmayı tekrar edecek olan; size gökten ve yerden rızık veren mi? Allah'ın yanında başka bir tanrı mı? De ki: "Eğer doğru sözlülerden iseniz, açık delilinizi getirin." ( 65 ) Kul lâ ya’lemu men fîs semâvâti vel ardil gaybe illâllâh ve mâ yeş’urûne eyyâne yube’asûn. ( 65 )   De ki: "Göklerde ve yerde gaybı Allah'tan başka bilen yoktur." Ne zaman diriltileceklerini de bilmezler. ( 66 ) Beliddâreke ilmuhum fîl âhirah, bel hum fî şekkin minhâ, bel hum minhâ amûn. ( 66 )   Ahirete dair bilgileri yeterli midir? Hayır; ondan şüphe etmektedirler. Hayır; ona karşı kördürler. ( 67 ) Ve kâlellezîne keferû e izâ kunnâ turâben ve âbâunâ e innâ le muhracûn. ( 67 )   Ve kâfirler (şöyle) dediler: "Babalarımız ve biz toprak olduktan sonra mı? Gerçekten biz, mutlaka (topraktan) çıkarılacak mıyız?" ( 68 ) Lekade vuidenâ hâzâ nahnu ve âbâunâ min kabelu in hâzâ illâ esâtîrul evvelîn. ( 68 )   Andolsun ki bu, bize ve daha önce de babalarımıza vaadedilmişti. Ancak bunlar (sadece) evvelkilerin (efsaneleridir). ( 69 ) Kul sîrû fîl ardi fanzurû keyfe kâne âkibetul mucerimîn. ( 69 )   De ki: "Yeryüzünde gezin, suçluların sonunun nasıl olduğuna bir bakın." ( 70 ) Ve lâ tahzen aleyhim ve lâ tekun fî daykin mimmâ yemkurûn. ( 70 )   Onlara üzülme. Hilelerine karşı da sıkılma. ( 71 ) Ve yekûlûne metâ hâzâl va’du in kuntum sâdikîn. ( 71 )   Onlar: "Eğer doğru söylüyorsanız, bildirin, bu sözünüz ne zaman yerine gelecektir?" derler. ( 72 ) Kul asâ ey yekûne radife lekum ba’dullezî testa’cilûn. ( 72 )   De ki: "Acele ettiğiniz şeyin bir kısmı belki hemen başınıza gelir." ( 73 ) Ve inne rabbeke le zû fadlin alân nâsi ve lâkinne ekserehum lâ yeşkurûn. ( 73 )   Doğrusu Rabbin, insanlara karşı lütuf sahibidir. Fakat onların çoğu şükretmezler. ( 74 ) Ve inne rabbeke le ya’lemu mâ tukinnu sudûruhum ve mâ yu’linûn. ( 74 )   Şüphesiz Rabbin onların gönüllerinin gizlediklerini de, açığa vurduklarını da bilir. ( 75 ) Ve mâ min gâibetin fîs semâi vel ardi illâ fî kitâbin mubîn. ( 75 )   Gökte ve yerde gizli hiçbir şey yoktur ki apaçık bir kitapta olmasın. ( 76 ) İnne hâzâl kur’âne yakussu alâ benî isrâîle ekserallezî hum fîhi yahtelifûn. ( 76 )   Doğrusu bu Kuran, İsrailoğullarına, ayrılığa düştükleri şeyin çoğunu anlatmaktadır.
  • ( 77 ) Ve innehu le huden ve rahmetun lil muk’minîn. ( 77 )   Doğrusu Kuran, inananlara doğruluk rehberi ve rahmettir. ( 78 ) İnne rabbeke yakadî beynehum bi hukmih, ve huvel azîzul alîm. ( 78 )   Rabbin şüphesiz, aralarında, kendi hükmünü verecektir. O güçlüdür, bilendir. ( 79 ) Fe tevekkel alâllâh, inneke alâl hakkil mubîn. ( 79 )   Allah'a güven, şüphesiz sen apaçık gerçek üzerindesin. ( 80 ) İnneke lâ tusmiul mevtâ ve lâ tusmius summed duâe izâ vellev mudebirîn. ( 80 )   Sen, ölülere şüphesiz ki işittiremezsin; dönüp giden sağırlara da çağrıyı duyuramazsın. ( 81 ) Ve mâ ente bi hâdîl umyi an dalâletihim, in tusmiu illâ mey yuk’minu bi âyâtinâ fe hum muslimûn. ( 81 )   Körleri sapıklıklarından vazgeçirip doğru yola döndüremezsin; ancak ayetlerimize inananlara sen duyurabilirsin; işte onlar Müslümanlardır. ( 82 ) Ve izâ vakaal kavlu aleyhim ahracenâ lehum dâbbeten minel ardi tukellimuhum ennen nâse kânû bi âyâtinâ lâ yûkinûn. ( 82 )   Kendilerine söylenmiş olan başlarına geldiği zaman, yerden bir çeşit hayvan çıkarırız ki o, onlara, insanların ayetlerimize kesin olarak inanmadıkların söyler. ( 83 ) Ve yevme nahşuru min kulli ummetin fevcen mimmey yukezzibu bi âyâtinâ fe hum yûzeûn. ( 83 )   O gün her ümmetin ayetlerimizi yalanlayanlarını toplarız. Onlar bir arada tutulup, hesap yerine sevkedilirler. ( 84 ) Hattâ izâ câû kâle e kezzebetum bi âyâtî ve lem tuhîtû bihâ ilmen em mâzâ kuntum ta’melûn. ( 84 )   Geldikleri zaman Allah: "Ayetlerimi anlamadığınız halde yalanladınız mı? Yoksa yaptığınız neydi?" der. ( 85 ) Ve vakaal kavlu aleyhim bimâ zalemû fe hum lâ yentikûn. ( 85 )   Haksızlıklarından ötürü, söylenilen söz başlarına gelir. Artık konuşamaz olurlar. ( 86 ) E lem yerav ennâ cealnâl leyle li yeskunû fîhî ven nehâra mubesirâ, inne fî zâlike le âyâtin li kavmin yuk’minûn. ( 86 )   Size geceyi dinlenesiniz diye karanlık ve gündüzü çalışasınız diye aydınlık olarak yarattığımızı görmediler mi? Doğrusu bunda, inanan millet için dersler vardır. ( 87 ) Ve yevme yunfehu fîs sûri fe fezia men fis semâvâti ve men fîl ardi illâ men şâallâh, ve kullun etevhu dâhirîn. ( 87 )   Sura üfürüldüğü gün, Allah'ın diledikleri bir yana, göklerde olanlar da yerde olanlar da, korku içinde kalırlar. Hepsi Allah'a boyunları bükülmüş olarak gelirler. ( 88 ) Ve terâl cibâle tahsebuhâ câmideten ve hiye temurru merras sehâbe, sun’allâhillezî etkane kulle şey’, innehu habîrun bimâ tef’alûn. ( 88 )   Dağları yerinde donmuş gibi durur görürsün, oysa onlar bulutlar gibi geçerler. Bu her şeyi sağlam tutan Allah'ın işidir. Doğrusu O, yaptıklarınızdan haberdardır.
  • ( 89 ) Men câe bil haseneti fe lehu hayrun minhâ, ve hum min fezein yevmeizin âminûn. ( 89 )   Kim bir iyilik getirirse, ona daha iyisi verilir. Onlar o günün korkusundan güvendedirler. ( 90 ) Ve men câe bis seyyieti fe kubbet vucûhuhum fîn nâri, hel tuczevne illâ mâ kuntum ta’melûn. ( 90 )   Kötülük getiren kimseler, yüzükoyun ateşe atılırlar. "Yaptıklarınızdan başka bir şeyle mi cezalandırılacaksınız?" denir. ( 91 ) İnnemâ umirtu en a’bude rabbe hâzihil beldetillezî harramehâ ve lehu kullu şey’ ve umirtu en ekûne minel muslimîn. ( 91 )   Ben sadece "Rabbe (Allah’a) kul olmak" ile emrolundum. Bu belde ki, O (Allah), onu hürmete lâyık kıldı. Ve herşey O’nundur (Allah’ındır). Ve ben "teslim olanlardan olmakla" emrolundum. ( 92 ) Ve en etluvel kur’ân, fe menihtedâ fe innemâ yehtedî li nefsih, ve men dalle fe kul innemâ ene minel munzirîn. ( 92 )   Ve "Kur’ân’ı okumakla (emrolundum). Kim hidayete ererse, o taktirde sadece kendi nefsi için hidayete erer. Ve kim dalâlette kaldıysa, o zaman Ben sadece inzar edenlerdenim (uyaranlardanım)." de. ( 93 ) Ve kulil hamdu lillâhi se yurîkum âyâtihî fe ta’rifûnehâ, ve mâ rabbuke bi gâfilin ammâ ta’melûn. ( 93 )   De ki: "Hamd Allah'a mahsustur. O, ayetlerini size gösterecek, siz de onları bileceksiniz." Rabbin yaptıklarınızdan habersiz değildir.

Âyetleri daha iyi anlamak için ehl-i sünnet hocalarımızın tefsirini okumanız tavsiye edilir.