-
27. Neml Sûresi ( سُورَةُ النَّمْلِ ) Surah An-Naml
Bismillâhir rahmânir rahîm
Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla
( 1 ) Tâ sîn, tilke âyâtul kur’âni ve kitâbin mubîn.
( 1 ) Ta, Sin, Bunlar Kuran'ın, Kitab-ı Mübin'in ayetleridir.
( 2 ) Huden ve buşrâ lil muk’minîn.
( 2 ) Mü’minler için hidayete erdirici ve müjdeleyicidir.
( 3 ) Ellezîne yukîmûnes salâte ve yu’tûnez zekâte ve hum bil âhirati hum yûkinûn.
( 3 ) Onlar, namazı ikame ederler, zekâtı verirler ve onlar ki, onlar ahirete yakîn (sahibi) olarak inanırlar.
( 4 ) İnnellezîne lâ yuk’minûne bil âhirati zeyyennâ lehum a’mâlehum fe hum ya’mehûn.
( 4 ) Ahirete inanmayanların yaptıkları işleri kendilerine güzel göstermişizdir; bu yüzden körü körüne bocalarlar.
( 5 ) Ulâikellezîne lehum sûul azâbi ve hum fîl âhirati humul ahserûn.
( 5 ) Kötü azap işte bunlaradır. Ahirette en çok kayba uğrayacaklar da bunlardır.
( 6 ) Ve inneke le tulekkal kur’âne mil ledun hakîmin alîm.
( 6 ) Şüphesiz, Kuran'ı, Hakim ve Alim olan Allah katından almaktasın.
( 7 ) İz kâle mûsâ li ehlihî innî ânestu nârân, se âtîkum minhâ bi haberin ev âtîkum bi şihâbin kabesin leallekum tastalûn.
( 7 ) Musa, ailesine: "Ben bir ateş gördüm; size oradan ya bir haber getireceğim, yahut ısınasınız diye tutuşmuş bir odun getireceğim" demişti.
( 8 ) Fe lemmâ câehâ nûdiye en bûrike men fîn nâri ve men havlehâ, ve subehânallâhi rabbil âlemîn.
( 8 ) Oraya geldiğinde, kendisine şöyle nida olunmuştu: "Ateşin yanında olan ve çevresinde bulunanlar mübarek kılınmıştır. Alemlerin Rabbi olan Allah münezzehtir"
( 9 ) Yâ mûsâ innehû enallâhul azîzul hakîm.
( 9 ) "Ey Musa! Gerçek şu ki, Ben, güçlü ve hakim olan Allah'ım"
( 10 ) Ve elki asâk, fe lemmâ raâhâ tehtezzu ke ennehâ cânnun vellâ mudebiran ve lem yuakkibe, yâ mûsâ lâ tehaf innî lâ yehâfu ledeyyel murselûn.
( 10 ) "Ve asanı at!" Bunun üzerine (asasını atınca) onun yılan gibi hareket ettiğini görünce, arkasına bakmadan geri dönüp kaçtı. "Ya Musa! Korkma, muhakkak ki Ben(im), Benim yanımda (huzurumda) resûller korkmazlar."
( 11 ) İllâ men zaleme summe beddele husnen ba’de sûin fe innî gafûrun rahîm.
( 11 ) Ancak zulmedenler hariç. Ama kim kötülüğü işledikten sonra iyiliğe (mürşidine tâbî olup günahlarını sevaba) çevirirse, o zaman muhakkak ki Ben, Gafûr’um (mağfiret eden, günahları sevaba çeviren) Rahîm’im (Rahîm esmasıyla tecelli eden).
( 12 ) Ve edehil yedeke fî ceybike tahruce beydâe min gayri sû fî tis’i âyâtin ilâ fir’avne kavmih, innehum kânû kavmen fâsikîn.
( 12 ) Ve elini koynuna sok. Onu kusursuz beyaz olarak çıkar. Bu (âyet, mucize) firavuna ve onun kavmine (ait) dokuz âyet içindedir. Muhakkak ki onlar, fasık bir kavim oldular.
( 13 ) Fe lemmâ câethum âyâtunâ mubesiraten kâlû hâzâ sihrun mubîn.
( 13 ) Ayetlerimiz gözlerinin önüne serilince: "Bu apaçık bir sihirdir" dediler.
-
( 14 ) Ve cehadû bihâ vesteykanethâ enfusuhum zulmen ve uluvvâ, fenzur keyfe kâne âkibetul mufsidîn.
( 14 ) Gönülleri kesin olarak kabul ettiği halde, haksızlık ve büyüklenmelerinden ötürü onları bile bile inkar ettiler. Bozguncuların sonunun nasıl olduğuna bir bak!
( 15 ) Ve lekade âteynâ dâvûde ve suleymâne ilmâ, ve kâlâl hamdu lillâhillezî faddalenâ alâ kesîrin min ibâdihil muk’minîn.
( 15 ) And olsun ki, Davud'a ve Süleyman'a ilim verdik. İkisi "Bizi mümin kullarının çoğundan üstün kılan Allah'a hamdolsun" dediler.
( 16 ) Ve varise suleymânu dâvûde ve kâle yâ eyyuhân nâsu ullimnâ mentikat tayri, ve ûtînâ min kulli şey’, inne hâzâ le huvel fadlul mubîn.
( 16 ) Süleyman Davud'a varis oldu: "Ey insanlar! Bize kuş dili öğretildi ve bize herşeyden bolca verildi. Doğrusu bu apaçık bir lütuftur" dedi.
( 17 ) Ve huşira li suleymâne cunûduhu minel cinni vel insi vet tayri fe hum yûzeûn.
( 17 ) Süleyman'ın cinlerden, insanlardan ve kuşlardan müteşekkil olan ordusu toplandı. Hepsi toplu olarak gidiyorlardı.
( 18 ) Hattâ izâ etev alâ vâdin nemli kâlet nemletun yâ eyyuhân nemludehulû mesâkinekum, lâ yahtimennekum suleymânu ve cunûduhu ve hum lâ yeş’urûn.
( 18 ) Sonunda, karıncaların bulunduğu vadiye geldiklerinde bir dişi (kraliçe) karınca: "Ey karıncalar! Yuvalarınıza girin, Süleyman'ın ordusu farkına varmadan sizi ezmesin" dedi.
( 19 ) Fe tebesseme dâhiken min kavlihâ ve kâle rabbi evzi’nî en eşkure ni’metekelletî en’amte aleyye ve alâ vâlideyye ve en a’mele salihan terdâhu ve edehilnî bi rahmetike fî ibâdikes sâlihîn.
( 19 ) Süleyman, onun sözüne hafifçe güldü ve: "Rabbim! Bana ve ana babama verdiğin nimete şükürde, hoşnut olacağın işi yapmakta beni muvaffak kıl. Rahmetinle, beni iyi kullarının arasına koy" dedi.
( 20 ) Ve tefekkadat tayra fe kâle mâliye lâ erâl huduhude em kâne minel gâibîn.
( 20 ) Süleyman, kuşları araştırarak: "Hüdhüd'ü niçin göremiyorum? Yoksa kayıplarda mı? Bana apaçık bir delil getirmelidir; yoksa onu ya şiddetli bir azaba uğratırım yahut keserim" dedi.
( 21 ) Le uazzibennehu azâben şedîden ev le ezbehannehû ev le ye’tiyennî bi sultânin mubîn.
( 21 ) Süleyman, kuşları araştırarak: "Hüdhüd'ü niçin göremiyorum? Yoksa kayıplarda mı? Bana apaçık bir delil getirmelidir; yoksa onu ya şiddetli bir azaba uğratırım yahut keserim" dedi.
( 22 ) Fe mekese gayra baîdin fe kâle ehattu bi mâ lem tuhita bihî ve ci’tuke min sebein bi nebein yakîn.
( 22 ) Çok geçmeden geldi. Ve: "Senin ihata edemediğin bir şeyi, ben ihata ettim (öğrendim). Seba’dan sana yakîn (kesin) bir haber getirdim." dedi.
-
( 23 ) İnnî vecedtumraeten temlikuhum ve ûtiyet min kulli şey’in ve lehâ arşun azîm.
( 23 ) Gerçekten ben, onlara melik olan (hükümdarlık yapan) bir hanım buldum. Ona, herşeyden verilmiş ve onun büyük bir arşı (tahtı) var.
( 24 ) Vecedtuhâ ve kavmehâ yescudûne liş şemsi min dûnillâhi ve zeyyene lehumuş şeytânu a’mâlehum fe saddehum anis sebîli fe hum lâ yehtedûn.
( 24 ) Onu ve kavmini Allah’ın yerine güneşe secde ederken buldum. Ve şeytan, onlara yaptıklarını süslemiş ve böylece (Allah’ın) sebîlinden (yolundan) men etmiş. Bu sebeple onlar hidayette değiller.
( 25 ) Ellâ yescudû lillâhillezî yuhricul hab’e fîs semâvâti vel ardi ve ya’lemu mâ tuhfûne ve mâ tu’linûn. ( SECDE ÂYETİ )
( 25 ) Göklerde ve yerde saklı olanı (meydana) çıkaran ve sizin sakladığınızı da açıkladığınızı da bilen Allah’a, nasıl secde etmezler?
( 26 ) Allâhu lâ ilâhe illâ huve rabbul arşil azîm.
( 26 ) O Allah ki, arşıl azîm’in Rabbidir. O’ndan başka İlâh yoktur.
( 27 ) Kâle se nenzuru e sadakate em kunte minel kâzibîn.
( 27 ) Süleyman şöyle söyledi: "Doğru mu söylüyorsun, yoksa yalancılardan mısın, bakacağız."
( 28 ) İzheb bi kitâbî hâzâ fe elkih ileyhim summe tevelle anhum fanzur mâzâ yerciûn.
( 28 ) "Şu yazımı götür, onlara at, sonra bir yana çekil, varacakları sonuca bak."
( 29 ) Kâlet yâ eyyuhâl meleu innî ulkiye ileyye kitâbun kerîm.
( 29 ) (Sebe Melikesi): "Ey ileri gelenler! Gerçekten bana kerim (kıymetli) bir yazı (mektup) bırakıldı." dedi.
( 30 ) İnnehu min suleymâne ve innehu bismillâhir rahmânir rahîm.
( 30 ) Muhakkak ki o Süleyman (A.S)’dan. Ve gerçekten o, Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın adı’yla (başlıyor).
( 31 ) Ellâ ta’lû aleyye ve’tûnî muslimîn.
( 31 ) Bana karşı büyüklük taslamayın. Ve bana teslim olmak üzere gelin.
( 32 ) Kâlet yâ eyyuhâl meleu eftûnî fî emrî, mâ kuntu kâtiaten emran hattâ teşhedûn.
( 32 ) "Ey ileri gelenler! Vereceğim emir hakkında bana fikrinizi söyleyin; siz benim yanımda bulunmadıkça, bir iş hakkında kesin bir hüküm vermem" dedi.
( 33 ) Kâlû nahnu ulû kuvvetin ve ulû be’sin şedîdin vel emru ileyki fanzurî mâzâ te’murîn.
( 33 ) "Biz güçlü kimseler ve zorlu savaş adamlarıyız, emir senindir, sen emretmene bak."
( 34 ) Kâlet innel mulûke izâ dehalû karyeten efsedûhâ ve cealû eizzete ehlihâ ezilleteh, ve kezâlike yef’alûn.
( 34 ) (Sebe Melikesi): "Muhakkak ki melikler (hükümdarlar), bir ülkeye girdikleri zaman, onu ifsad ederler (bozguna uğratırlar) ve onun halkının izzet sahibi olanlarını zillete düşürürler. Ve işte onlar böyle yaparlar." dedi.
( 35 ) Ve innî mursiletun ileyhim bi hediyyetin fe nâziratun bime yerciul murselûn.
( 35 ) Ve muhakkak ki ben onlara hediye ile resûller göndereceğim. Böylece bakalım resûller (elçiler) ne ile dönecekler?
-
( 36 ) Fe lemmâ câe suleymâne kâle e tumiddûneni bi mâlin fe mâ âtâniyallâhu hayrun mimmâ âtâkum, bel entum bi hediyyetikum tefrahûn.
( 36 ) Bunun üzerine (resûller hediyelerle) Süleyman (A.S)’a geldikleri zaman (Süleyman A.S): "Bana mal ile yardım mı ediyorsunuz? Allah’ın bana verdiği şeyler, size verdiği şeylerden daha hayırlı. Hayır, siz hediyenizle seviniyorsunuz (övünüyorsunuz)." dedi.
( 37 ) İrci’ ileyhim fe le ne’tiyennehum bi cunûdin lâ kibele lehum bihâ ve le nuhricennehum minhâ ezilleten ve hum sâgirûn.
( 37 ) Onlara (geri) dön. Bundan sonra mutlaka onların karşı koyamayacakları ordularla onlara geliriz. Ve mutlaka onları küçük düşürerek, zilletle oradan çıkarırız.
( 38 ) Kâle yâ eyyuhâl meleu eyyekum ye’tînî bi arşihâ kabele ey ye’tûnî muslimîn.
( 38 ) Süleyman: "Ey cemaat! Bana teslim olmalarından önce, hanginiz o kraliçenin tahtını yanıma getirebilir?" dedi.
( 39 ) Kâle ifrîtun minel cinni ene âtîke bihî kabele en tekûme min makâmik ve innî aleyhi le kaviyyun emîn.
( 39 ) Cinlerden bir ifrit: "Sen yerinden kalkmadan önce sana onu getiririm, buna karşı güvenilir bir güce sahibim" dedi.
( 40 ) Kâlellezî indehu ilmun minel kitâbi ene âtîke bihî kabele ey yertedde ileyke tarfuk, fe lemmâ raâhu mustekirran indehu kâle hâzâ min fadli rabbî, li yebeluvenî e eşkur em ekfur, ve men şekera fe innemâ yeşkuru li nefsih ve men kefere fe inne rabbî ganiyyun kerîm.
( 40 ) Kitabın bilgisine sahip olan biri: "Gözünü açıp kapamadan ben onu sana getiririm" dedi. Süleyman, tahtı yanına yerleşivermiş görünce: "Bu, şükür mü edeceğim yoksa nankörlük mü edeceğim diye beni sınayan Rabbimin lütfundandır. Şükreden ancak kendisi için şükretmiş olur; fakat nankörlük eden bilsin ki Rabbim müstağnidir, kerem sahibidir" dedi.
( 41 ) Kâle nekkirû lehâ arşahâ nenzur e tehtedî em tekûnu minellezîne lâ yehtedûn.
( 41 ) Süleyman "Onun tahtını tanınmaz hale getirin, bakalım tanıyabilecek mi yoksa tanıyamayacak mı?" (yola gelecek mi, yoksa yola gelmeyenlerden mi olacak?) dedi.
( 42 ) Fe lemmâ câet kîle e hâkezâ arşuk, kâlet ke ennehu huv ve ûtînel ilme min kabelihâ ve kunnâ muslimîn.
( 42 ) Melike geldiğinde "Senin tahtın böyle miydi?" denildi. O da "Sanki odur, daha önce bize bilgi verilmişti ve teslim olmuştuk" dedi.
( 43 ) Ve saddehâ mâ kânet ta’budu min dûnillâh, innehâ kânet min kavmin kâfirîn.
( 43 ) Melikeyi o zamana kadar alıkoyan, Allah'tan başka taptığı şeylerdi; çünkü kendisi inkarcı bir millettendi.
( 44 ) Kîle lehâdehulîs sarh, fe lemmâ raethu hasibethu lucceten ve keşefet an sâkayhâ, kâle innehu sarhun mumerradun min kavârîr, kâlet rabbi innî zalemtu nefsî ve eslemtu mea suleymâne lillâhi rabbil âlemîn.
( 44 ) Ona: "Köşke gir" dendi; salonu görünce, onu derin bir su zannetti, eteğini çekti. Süleyman: "Doğrusu bu camdan yapılmış mücella bir salondur" dedi. Melike: "Rabbim! Şüphesiz ben kendime yazık etmişim. Süleyman'la beraber, Alemlerin Rabbi olan Allah'a teslim oldum" dedi.
-
( 45 ) Ve lekade erselnâ ilâ semûde ahâhum sâlihan eni’budûllâhe fe izâhum ferîkâni yahtesimûn.
( 45 ) And olsun ki, Semud milletine kardeşleri Salih'i "Allah'a kulluk ediniz" desin diye gönderdik. Hemen birbiriyle çekişen iki zümreye ayrıldılar.
( 46 ) Kâle yâ kavmi lime testa’cilûne bis seyyieti kabelel haseneh, lev lâ testagfirûnallâhe leallekum turhamûn.
( 46 ) Salih: "Ey milletim! Niye iyilikten önce, acele kötülük istiyorsunuz? Merhamet olunasınız diye Allah'tan mağfiret dileseniz olmaz mı?" dedi.
( 47 ) Kâlût tayyarnâ bike ve bi men meak, kâle tâirukum indallâh bel entum kavmun tuftenûn.
( 47 ) "Sen ve beraberindekiler yüzünden uğursuzluğa uğradık" dediler. Salih: "Uğursuzluğunuz Allah katındandır; belki imtihana çekilen bir milletsiniz" dedi.
( 48 ) Ve kâne fîl medîneti tis’atu rahtin yufsidûne fîl ardi ve lâ yuslihûn.
( 48 ) O şehirde, yeryüzünde bozgunculuk yapan, düzeltmeye uğraşmayan dokuz kişi (çete) vardı.
( 49 ) Kâlû tekâsemû billâhi le nubeyyitennehu ve ehlehu summe le nekûlenne li veliyyihî mâ şehidenâ mehlike ehlihî ve innâ le sâdikûn.
( 49 ) "Biz gece ona ve ailesine baskın verelim, sonra da onun dostuna, ailesinin yok edilişinde bulunmadık, şüphesiz biz doğru söylüyoruz, diyelim" diye aralarında Allah'a yemin ettiler.
( 50 ) Ve mekerû mekran ve mekernâ mekran ve hum lâ yeş’urûn.
( 50 ) Onlar bir düzen kurdular. Biz farkettirmeden düzenlerini bozduk.
( 51 ) Fanzur keyfe kâne âkibetu mekrihim ennâ demmernâhum ve kavmehum ecemeîn.
( 51 ) Hilelerinin sonunun nasıl olduğuna bir bak! Biz onları ve milletlerini, hepsini, yerle bir ettik.
( 52 ) Fe tilke buyûtuhum hâviyeten bimâ zalemû, inne fî zâlike le âyeten li kavmiy ya’lemûn.
( 52 ) İşte, haksızlıklarına karşılık çökmüş bulunan evleri! Bunda, bilen bir millet için şüphesiz, ders vardır.
( 53 ) Ve enceynâllezîne âmenû ve kânû yettekûn.
( 53 ) İnanıp Allah'a karşı gelmekten sakınanları kurtardık.
( 54 ) Ve lûtan iz kâle li kavmihî e te’tûnel fâhişete ve entum tubesirûn.
( 54 ) Lut'u da gönderdik; milletine şöyle dedi: "Göz göre göre bir hayasızlık mı yapıyorsunuz?"
( 55 ) E innekum le te’tûner ricâle şehveten min dûnin nisâ, bel entum kavmun tecehelûn.
( 55 ) "Kadınları bırakıp, erkeklere mi yaklaşıyorsunuz; evet, siz cahil bir milletsiniz."
-
( 56 ) Fe mâ kâne cevâbe kavmihî illâ en kâlû ahricû âle lûtin min karyetikum innehum unâsuy yetetahharûn.
( 56 ) Milletinin cevabı sadece: "Lut'un ailesini kasabanızdan çıkarın, güya onlar temiz kalmaya çalışan insanlarmış" demek oldu.
( 57 ) Fe enceynâhu ve ehlehû illâmraetehu kaddernâhâ minel gâbirîn.
( 57 ) Bunun üzerine onu ve ailesini kurtardık, yalnız karısının geride kalanlardan olmasını gerekli bulduk.
( 58 ) Ve emtarnâ aleyhim matarâne, fe sâe matarul munzerîn.
( 58 ) Geride kalanların üzerlerine bir yağmur yağdırdık. Uyarılan fakat yola gelmeyenlerin yağmuru ne kötü idi!
( 59 ) Kulil hamdu lillâhi ve selâmun alâ ibâdihillezînestafâ, âllâhu hayrun em mâ yuşrikûn.
( 59 ) De ki: "Hamd Allah'a mahsustur, seçtiği kullarına selam olsun. Allah mı daha iyidir, yoksa O'na koştukları ortaklar mı?"
( 60 ) Em men halakas semâvâti vel arda ve enzele lekum mines semâi mâen, fe enbetnâ bihî hadâika zâte behcetin, mâ kâne lekum en tunbitû şecerehâ, e ilâhun meallâh, bel hum kavmuy ya’dilûn.
( 60 ) Yoksa gökleri ve yeri yaratan, gökten size su indirip onunla, bir ağacını bile bitirmeye gücünüzün yetmediği, güzel güzel bahçeler meydana getiren mi? Allah'ın yanında başka bir tanrı mı? Hayır; onlar taptıklarını Allah'a eşit tutan bir millettir.
( 61 ) Em men cealel arda karâran ve ceale hilâlehâ enhâren ve ceale lehâ ravâsiye ve ceale beynel bahreyni hâcizâ, e ilâhun meallâh, bel ekseruhum lâ ya’lemûn.
( 61 ) Yoksa yeri, yaratıklarının oturmasına elverişli kılan ve aralarında ırmaklar meydana getiren, yeryüzüne sabit dağlar yerleştiren, iki deniz arasına engel koyan mı? Allah'ın yanında başka bir tanrı mı? Hayır; çoğu bilmezler.
( 62 ) Em mey yucîbul mudtarra izâ deâhu ve yekşifus sûe ve yece’alukum hulefâel ard, e ilâhun meallâh, kalîlen mâ tezekkerûn.
( 62 ) Yoksa, darda kalana, kendisine yakardığı zaman karşılık veren, başındaki sıkıntıyı gideren ve sizi yeryüzünün sahipleri yapan mı? Allah'ın yanında başka bir tanrı mi? Pek kıt düşünüyorsunuz.
( 63 ) Em mey yehdîkum fî zulumâtil berri vel bahri ve mey yursilur riyâha buşran beyne yedey rahmetih, e ilâhun meallâh, teâlallâhu ammâ yuşrikûn.
( 63 ) Yoksa, karanın ve denizin karanlıklarında size yol bulduran, rüzgarları rahmetinin önünde müjdeci gönderen mi? Allah'ın yanında başka bir tanrı mı? Allah, koştukları eşlerden yücedir.
-
( 64 ) Em mey yebedeul halka summe yuîduhu ve mey yerzukukum mines semâi vel ard, e ilâhun meallâh, kul hâtû burhânekum in kuntum sâdikîn.
( 64 ) Yoksa, önce yaratan, sonra da yaratmayı tekrar edecek olan; size gökten ve yerden rızık veren mi? Allah'ın yanında başka bir tanrı mı? De ki: "Eğer doğru sözlülerden iseniz, açık delilinizi getirin."
( 65 ) Kul lâ ya’lemu men fîs semâvâti vel ardil gaybe illâllâh ve mâ yeş’urûne eyyâne yube’asûn.
( 65 ) De ki: "Göklerde ve yerde gaybı Allah'tan başka bilen yoktur." Ne zaman diriltileceklerini de bilmezler.
( 66 ) Beliddâreke ilmuhum fîl âhirah, bel hum fî şekkin minhâ, bel hum minhâ amûn.
( 66 ) Ahirete dair bilgileri yeterli midir? Hayır; ondan şüphe etmektedirler. Hayır; ona karşı kördürler.
( 67 ) Ve kâlellezîne keferû e izâ kunnâ turâben ve âbâunâ e innâ le muhracûn.
( 67 ) Ve kâfirler (şöyle) dediler: "Babalarımız ve biz toprak olduktan sonra mı? Gerçekten biz, mutlaka (topraktan) çıkarılacak mıyız?"
( 68 ) Lekade vuidenâ hâzâ nahnu ve âbâunâ min kabelu in hâzâ illâ esâtîrul evvelîn.
( 68 ) Andolsun ki bu, bize ve daha önce de babalarımıza vaadedilmişti. Ancak bunlar (sadece) evvelkilerin (efsaneleridir).
( 69 ) Kul sîrû fîl ardi fanzurû keyfe kâne âkibetul mucerimîn.
( 69 ) De ki: "Yeryüzünde gezin, suçluların sonunun nasıl olduğuna bir bakın."
( 70 ) Ve lâ tahzen aleyhim ve lâ tekun fî daykin mimmâ yemkurûn.
( 70 ) Onlara üzülme. Hilelerine karşı da sıkılma.
( 71 ) Ve yekûlûne metâ hâzâl va’du in kuntum sâdikîn.
( 71 ) Onlar: "Eğer doğru söylüyorsanız, bildirin, bu sözünüz ne zaman yerine gelecektir?" derler.
( 72 ) Kul asâ ey yekûne radife lekum ba’dullezî testa’cilûn.
( 72 ) De ki: "Acele ettiğiniz şeyin bir kısmı belki hemen başınıza gelir."
( 73 ) Ve inne rabbeke le zû fadlin alân nâsi ve lâkinne ekserehum lâ yeşkurûn.
( 73 ) Doğrusu Rabbin, insanlara karşı lütuf sahibidir. Fakat onların çoğu şükretmezler.
( 74 ) Ve inne rabbeke le ya’lemu mâ tukinnu sudûruhum ve mâ yu’linûn.
( 74 ) Şüphesiz Rabbin onların gönüllerinin gizlediklerini de, açığa vurduklarını da bilir.
( 75 ) Ve mâ min gâibetin fîs semâi vel ardi illâ fî kitâbin mubîn.
( 75 ) Gökte ve yerde gizli hiçbir şey yoktur ki apaçık bir kitapta olmasın.
( 76 ) İnne hâzâl kur’âne yakussu alâ benî isrâîle ekserallezî hum fîhi yahtelifûn.
( 76 ) Doğrusu bu Kuran, İsrailoğullarına, ayrılığa düştükleri şeyin çoğunu anlatmaktadır.
-
( 77 ) Ve innehu le huden ve rahmetun lil muk’minîn.
( 77 ) Doğrusu Kuran, inananlara doğruluk rehberi ve rahmettir.
( 78 ) İnne rabbeke yakadî beynehum bi hukmih, ve huvel azîzul alîm.
( 78 ) Rabbin şüphesiz, aralarında, kendi hükmünü verecektir. O güçlüdür, bilendir.
( 79 ) Fe tevekkel alâllâh, inneke alâl hakkil mubîn.
( 79 ) Allah'a güven, şüphesiz sen apaçık gerçek üzerindesin.
( 80 ) İnneke lâ tusmiul mevtâ ve lâ tusmius summed duâe izâ vellev mudebirîn.
( 80 ) Sen, ölülere şüphesiz ki işittiremezsin; dönüp giden sağırlara da çağrıyı duyuramazsın.
( 81 ) Ve mâ ente bi hâdîl umyi an dalâletihim, in tusmiu illâ mey yuk’minu bi âyâtinâ fe hum muslimûn.
( 81 ) Körleri sapıklıklarından vazgeçirip doğru yola döndüremezsin; ancak ayetlerimize inananlara sen duyurabilirsin; işte onlar Müslümanlardır.
( 82 ) Ve izâ vakaal kavlu aleyhim ahracenâ lehum dâbbeten minel ardi tukellimuhum ennen nâse kânû bi âyâtinâ lâ yûkinûn.
( 82 ) Kendilerine söylenmiş olan başlarına geldiği zaman, yerden bir çeşit hayvan çıkarırız ki o, onlara, insanların ayetlerimize kesin olarak inanmadıkların söyler.
( 83 ) Ve yevme nahşuru min kulli ummetin fevcen mimmey yukezzibu bi âyâtinâ fe hum yûzeûn.
( 83 ) O gün her ümmetin ayetlerimizi yalanlayanlarını toplarız. Onlar bir arada tutulup, hesap yerine sevkedilirler.
( 84 ) Hattâ izâ câû kâle e kezzebetum bi âyâtî ve lem tuhîtû bihâ ilmen em mâzâ kuntum ta’melûn.
( 84 ) Geldikleri zaman Allah: "Ayetlerimi anlamadığınız halde yalanladınız mı? Yoksa yaptığınız neydi?" der.
( 85 ) Ve vakaal kavlu aleyhim bimâ zalemû fe hum lâ yentikûn.
( 85 ) Haksızlıklarından ötürü, söylenilen söz başlarına gelir. Artık konuşamaz olurlar.
( 86 ) E lem yerav ennâ cealnâl leyle li yeskunû fîhî ven nehâra mubesirâ, inne fî zâlike le âyâtin li kavmin yuk’minûn.
( 86 ) Size geceyi dinlenesiniz diye karanlık ve gündüzü çalışasınız diye aydınlık olarak yarattığımızı görmediler mi? Doğrusu bunda, inanan millet için dersler vardır.
( 87 ) Ve yevme yunfehu fîs sûri fe fezia men fis semâvâti ve men fîl ardi illâ men şâallâh, ve kullun etevhu dâhirîn.
( 87 ) Sura üfürüldüğü gün, Allah'ın diledikleri bir yana, göklerde olanlar da yerde olanlar da, korku içinde kalırlar. Hepsi Allah'a boyunları bükülmüş olarak gelirler.
( 88 ) Ve terâl cibâle tahsebuhâ câmideten ve hiye temurru merras sehâbe, sun’allâhillezî etkane kulle şey’, innehu habîrun bimâ tef’alûn.
( 88 ) Dağları yerinde donmuş gibi durur görürsün, oysa onlar bulutlar gibi geçerler. Bu her şeyi sağlam tutan Allah'ın işidir. Doğrusu O, yaptıklarınızdan haberdardır.
-
( 89 ) Men câe bil haseneti fe lehu hayrun minhâ, ve hum min fezein yevmeizin âminûn.
( 89 ) Kim bir iyilik getirirse, ona daha iyisi verilir. Onlar o günün korkusundan güvendedirler.
( 90 ) Ve men câe bis seyyieti fe kubbet vucûhuhum fîn nâri, hel tuczevne illâ mâ kuntum ta’melûn.
( 90 ) Kötülük getiren kimseler, yüzükoyun ateşe atılırlar. "Yaptıklarınızdan başka bir şeyle mi cezalandırılacaksınız?" denir.
( 91 ) İnnemâ umirtu en a’bude rabbe hâzihil beldetillezî harramehâ ve lehu kullu şey’ ve umirtu en ekûne minel muslimîn.
( 91 ) Ben sadece "Rabbe (Allah’a) kul olmak" ile emrolundum. Bu belde ki, O (Allah), onu hürmete lâyık kıldı. Ve herşey O’nundur (Allah’ındır). Ve ben "teslim olanlardan olmakla" emrolundum.
( 92 ) Ve en etluvel kur’ân, fe menihtedâ fe innemâ yehtedî li nefsih, ve men dalle fe kul innemâ ene minel munzirîn.
( 92 ) Ve "Kur’ân’ı okumakla (emrolundum). Kim hidayete ererse, o taktirde sadece kendi nefsi için hidayete erer. Ve kim dalâlette kaldıysa, o zaman Ben sadece inzar edenlerdenim (uyaranlardanım)." de.
( 93 ) Ve kulil hamdu lillâhi se yurîkum âyâtihî fe ta’rifûnehâ, ve mâ rabbuke bi gâfilin ammâ ta’melûn.
( 93 ) De ki: "Hamd Allah'a mahsustur. O, ayetlerini size gösterecek, siz de onları bileceksiniz." Rabbin yaptıklarınızdan habersiz değildir.