21. Enbiyâ Sûresi ( سُورَةُ الْاَنْبِيَاءِ ) Surah Al-Anbiyaa
Kur’ân sayfa no : 321 - 330   Cüz : 17   Âyet sayısı : 112
Okuyan : Mishary bin Rashid Alafasy

  • 21. Enbiyâ Sûresi ( سُورَةُ الْاَنْبِيَاءِ ) Surah Al-Anbiyaa

    Bismillâhir rahmânir rahîm
    Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla

    ( 1 )   Ikterabe lin nâsi hisâbuhum ve hum fî gafletin mu’ridûn(mu’ridûne). ( 1 )   İnsanların hesap görme zamanı yaklaştı, fakat onlar hala habersiz, hakdan yüz çeviriyorlar. ( 2 )   Mâ ye’tîhim min zikrin min rabbihim muhdesin illâstemeûhu ve hum yel’abûn(yel’abûne). ( 3 )   Lâhiyeten kulûbuhum ve eserrûn necvellezîne zalemû hel hâzâ illâ beşerun mislukum, e fe te’tûnes sihre ve entum tubsırûn(tubsırûne). ( 2 - 3 )   Rablerinden kendilerine gelen her yeni ihtarı mutlaka, gönülleri gaflet içinde eğlenerek dinlerler. Zulmedenler, gizli toplantılarında: "Bu zat, sizin gibi bir insandan başka bir şey midir? Siz, göz göre göre sihre mi uyarsınız?" diye konuşurlar. ( 4 )   Kâle rabbî ya’lemul kavle fîs semâi vel ardı ve huves semîul alîm(alîmu). ( 4 )   Peygamber: "Benim Rabbim gökte ve yerde söyleneni bilir. O, işitendir, bilendir" dedi. ( 5 )   Bel kâlû adgâsu ahlâmin belifterâhu bel huve şâır(şâırun), felye’tinâ bi âyetin kemâ ursilel evvelûn(evvelûne). ( 5 )   Onlar: "Hayır; bunlar karışık rüyalardır", "Hayır; onu uydurmuştur", "Hayır; o şairdir", "Haydi önceki peygamberler gibi o da bize bir mucize getirsin" dediler. ( 6 )   Mâ âmenet kablehum min karyetin ehleknâhâ, e fe hum yu’minûn(yu’minûne). ( 6 )   Onlardan önce yoketmiş olduğumuz kasabalar halkı inanmadılar, bunlar mı inanacaklar? ( 7 )   Ve mâ erselnâ kableke illâ ricâlen nûhî ileyhim fes’elû ehlez zikri in kuntum lâ ta’lemûn(ta’lemûne). ( 7 )   Senden önce de, kendilerine vahyettiğimiz adamlar gönderdik. Bilmiyorsanız kitablılara sorun. ( 8 )   Ve mâ cealnâhum ceseden lâ ye’kulûnet taâme ve mâ kânû hâlidîn(hâlidîne). ( 8 )   Biz onları yemek yemez birer ceset kılmadık ve onlar ölümsüz de değillerdi. ( 9 )   Summe sadaknâhumul va’de fe enceynâhum ve men neşâu ve ehleknâl musrifîn(musrifîne). ( 9 )   Sonra Biz onlara verdiğimiz sözü yerine getirdik, kendilerini ve dilediklerimizi kurtardık; aşırı gidenleri ise yok ettik. ( 10 )   Lekad enzelnâ ileykum kitâben fîhi zikrukum, e fe lâ ta’kılûn(ta’kılûne). ( 10 )   And olsun ki, size şerefiniz ve öğüt veren bir Kitap indirdik; akletmiyor musunuz?
  • ( 11 )   Ve kem kasamnâ min karyetin kânet zâlimeten ve enşe’nâ ba’dehâ kavmen âharîn(âharîne). ( 11 )   Halkı zalim olan nice kasabaları kırıp geçirdik ve onlardan sonra başka milletler varettik. ( 12 )   Fe lemmâ ehassû be’senâ izâ hum minhâ yerkudûn(yerkudûne). ( 12 )   Onlar bizim baskınımızı hissettiklerinde, oradan kaçmağa koyuluyorlardı. ( 13 )   Lâ terkudû verciû ilâ mâ utriftum fîhi ve mesâkinikum leallekum tus’elûn(tus’elûne). ( 13 )   "Koşup kaçmayın; size nimet verilen yere, yurdlarınıza dönün, elbette sorguya çekileceksiniz" dedik. ( 14 )   Kâlû yâ veylenâ innâ kunnâ zâlimîn(zâlimîne). ( 14 )   "Vay başımıza gelenlere! Doğrusu biz haksızlık yapmış kimseleriz" dediler. ( 15 )   Fe mâ zâlet tilke da’vâhum hattâ cealnâhum hasîden hâmidîn(hâmidîne). ( 15 )   Biz onları biçilmiş ot ve bir yığın kül haline getirinceye kadar haykırmaları devam etti. ( 16 )   Ve mâ halaknâs semâe vel arda ve mâ beynehumâ lâıbîn(lâıbîne). ( 16 )   Biz gökleri, yeri ve ikisinin arasındakileri oyun olsun diye yaratmadık. ( 17 )   Lev eradnâ en nettehıze lehven lettehaznâhu min ledunnâ in kunnâ fâılîn(fâılîne). ( 17 )   Eğlenme dileseydik, bunu yapacak olsaydık, şanımıza uygun şekilde yapardık; ama yapmayız. ( 18 )   Bel nakzifu bil hakkı alâl bâtıli fe yedmeguhu fe izâ huve zâhikun, ve lekumul veylu mimmâ tasıfûn(tasıfûne). ( 18 )   Gerçeği batılın başına çarparız ve onun beynini parçalar; böylece batıl ortadan kalkar. Allah'a yakıştırdığınız vasıflardan ötürü yazıklar olsun size! ( 19 )   Ve lehu men fîs semâvâti vel ard(ardı), ve men indehu lâ yestekbirûne an ıbâdetihî ve lâ yestahsirûn(yestahsirûne). ( 19 )   Göklerde ve yerde ne varsa O'nundur. Katında olanlar O'na kulluk etmekten çekinmezler ve usanmazlar. ( 20 )   Yusebbihûnel leyle ven nehâre lâ yefturûn(yefturûne). ( 20 )   Gece ve gündüz, bıkmadan tesbih ederler. ( 21 )   Emittehazû âliheten minel ardı hum yunşirûn(yunşirûne). ( 21 )   Yeryüzünde edindikleri tanrılar mı, onlar mı ölüleri diriltecekler? ( 22 )   Lev kâne fîhimâ âlihetun illâllâhu le fesedetâ, fe subhânallâhi rabbil arşi ammâ yasıfûn(yasıfûne). ( 22 )   Eğer yerle gökte Allah'tan başka tanrılar olsaydı, ikisi de bozulurdu. Arşın Rabbi olan Allah, onların vasıflandırdıklarından münezzehtir. ( 23 )   Lâ yus’elu ammâ yef’alu ve hum yus’elûn(yus’elûne). ( 23 )   O, yaptığından sorumlu değildir, onlar ise sorumlu tutulacaklardır. ( 24 )   Emittehazû min dûnihî âliheten, kul hâtû burhânekum, hâzâ zikru men maiye ve zikru men kablî, bel ekseruhum lâ ya’lemûnel hakka fe hum mu’ridûn(mu’ridûne). ( 24 )   O'nu bırakıp tanrılar mı edindiler? De ki: "Kesin delilinizi getirin. İşte benim ve ümmetimin Kitap'ı ve senden öncekilerin kitapları." Hayır; onların çoğu gerçeği bilmez de yüz çevirirler.
  • ( 25 )   Ve mâ erselnâ min kablike min resûlin illâ nûhî ileyhi ennehu lâ ilâhe illâ ene fa’budûni. ( 25 )   Senden önce gönderdiğimiz her peygambere: "Benden başka tanrı yoktur, Bana kulluk edin" diye vahyetmişizdir. ( 26 )   Ve kâlûttehazer rahmânu veleden subhânehu, bel ıbâdun mukramûn(mukramûne). ( 26 )   "Rahman çocuk edindi" dediler. Haşa; hayır, melekler şerefli kılınmış kullardır. ( 27 )   Lâ yesbikûnehu bil kavli ve hum bi emrihî ya’melûn(ya’melûne). ( 27 )   Allah'tan önce söz söyleyemezler; ancak O'nun emri üzerine iş işlerler. ( 28 )   Ya’lemu mâ beyne eydîhim ve mâ halfehum ve lâ yeşfeûne illâ li menirtedâ ve hum min haşyetihî muşfikûn(muşfikûne). ( 28 )   Allah, onların yaptıklarını ve yapmakta olduklarını bilir. Onlar Allah'ın hoşnut olduğu kimseden başkasına şefaat edemezler; O'nun korkusundan titrerler. ( 29 )   Ve men yekul minhum innî ilâhun min dûnihî fe zâlike neczîhi cehennem(cehenneme), kezâlike neczîz zâlimîn(zâlimîne). ( 29 )   Bunlar içinde kim "Ben, Allah'tan başka bir tanrıyım" derse, işte onu cehennemle cezalandırırız. Zulmedenlerin cezasını böyle veririz. ( 30 )   E ve lem yerallezîne keferû ennes semâvâti vel arda kânetâ ratkan fe fetaknâhuma, ve cealnâ minel mâi kulle şey’in hayy(hayyin), e fe lâ yu’minûn(yu’minûne). ( 30 )   İnkar edenler, gökler ve yer yapışıkken onları ayırdığımızı ve bütün canlıları sudan meydana getirdiğimizi bilmezler mi? İnanmıyorlar mı? ( 31 )   Ve cealnâ fîl ardı ravâsiye en temîde bi him ve cealnâ fîhâ ficâcen subulen leallehum yehtedûn(yehtedûne). ( 31 )   Yeryüzüne, insanlar sarsılmasın diye sabit dağlar yerleştirdik; rahat gidebilsinler diye aralarında geniş yollar varettik. ( 32 )   Ve cealnâs semâe sakfen mahfûzâ(mahfûzen), ve hum an âyâtihâ mu’ridûn(mu’ridûne). ( 32 )   Göğü karışıklıktan korunmuş bir tavan kıldık; oysa onlar bundaki delillerden yüz çeviriyorlar. ( 33 )   Ve huvellezî halakal leyle ven nehâra veş şemse vel kamer(kamere), kullun fî felekin yesbehûn(yesbehûne). ( 33 )   Geceyi ve gündüzü, güneşi ve ayı yaratan O'dur. Her biri bir yörüngede yürür. ( 34 )   Ve mâ cealnâ li beşerin min kablikel huld(hulde), e fe in mitte fe humul hâlidûn(hâlidûne). ( 34 )   Senden önce de hiçbir insanı ölümsüz kılmadık, sen ölürsün de onlar baki kalır mı? ( 35 )   Kullu nefsin zâikatul mevt(mevti), ve neblûkum biş şerri vel hayri fitneten, ve ileynâ turceûn(turceûne). ( 35 )   Her can ölümü tadacaktır. Bir imtihan olarak size iyilik ve kötülük veririz. Sonunda Bize dönersiniz.
  • ( 36 )   Ve izâ raâkellezîne keferû in yettehızûneke illâ huzuvâ(huzuven), e hâzâllezî yezkuru âlihetekum, ve hum bi zikrir rahmâni hum kâfirûn(kâfirûne). ( 36 )   İnkarcılar seni gördükleri zaman, şüphesiz, seni alaya almaktan başka bir şey yapmazlar. "Sizin tanrılarınızı diline dolayan bu mudur?" derler ve Rahman'ın Kitabını işte onlar inkar ederler. ( 37 )   Hulikal insânu min acelin, se urîkum âyâtî fe lâ testa’cilûni. ( 37 )   İnsan aceleci olarak yaratılmıştır. Size ayetlerimi göstereceğim, bunu Benden acele istemeyin. ( 38 )   Ve yekûlûne metâ hâzâl va’du in kuntum sâdıkîn(sâdıkîne). ( 38 )   "Doğru sözlü iseniz bildirin bu tehdit ne zamandır?" derler. ( 39 )   Lev ya’lemullezîne keferû hîne lâ yekuffûne an vucûhihimun nâra ve lâ an zuhûrihim ve lâ hum yunsarûn(yunsarûne). ( 39 )   Bu kafirler, ateşi yüzlerinden ve sırtlarından menedemeyecekleri ve yardım da göremiyecekleri zamanı keşke bilseler. ( 40 )   Bel te’tîhim bagteten fe tebhetuhum fe lâ yestetî’ûne reddehâ ve lâ hum yunzarûn(yunzarûne). ( 40 )   Belki aniden gelecek de onları şaşırtacaktır. Artık onu geri çeviremezler; kendileri de ertelenmez. ( 41 )   Ve lekadistuhzie bi rusulin min kablike fe hâka billezîne sehırû minhum mâ kânû bihî yestehziûn(yestehziûne). ( 41 )   And olsun ki, senden önce birçok peygamber alaya alınmıştı da, alaya alanları, eğlendikleri şey mahvetmişti. ( 42 )   Kul men yekleukum bil leyli ven nehâri miner rahmân(rahmâni), bel hum an zikri rabbihim mu’ridûn(mu’ridûne). ( 42 )   De ki: "Geceleyin ve gündüzün sizi Rahman'dan kim koruyabilir?" Ama onlar Rablerinin Kitabından yüz çevirmektedirler. ( 43 )   Em lehum âlihetun temneuhum min dûninâ, lâ yestetîûne nasra enfusihim ve lâ hum minnâ yushabûn(yushabûne). ( 43 )   Yoksa kendilerini bize karşı savunacak tanrıları mı var? O tanrılar kendilerine bile yardım edemezler. Katımızdan da dostluk görmezler. ( 44 )   Bel metta’nâ hâulâi ve âbâehum hattâ tâle aleyhimul umur(umuru), e fe lâ yerevne ennâ ne’til arda nenkusuhâ min etrâfihâ, e fe humul gâlibûn(gâlibûne). ( 44 )   Biz bunlara ve babalarına geçimlikler verdik de ömürleri uzadı; şimdi memleketlerini her yandan eksilttiğimizi görmüyorlar mı? Üstün gelen onlar mıdır?
  • ( 45 )   Kul innemâ unzirukum bil vahyi ve lâ yesmeus summud duâe izâ mâ yunzerûn(yunzerûne). ( 45 )   De ki: "Ben ancak sizi vahy ile uyarıyorum" Uyarıldıkları zaman, sağırlar çağrıyı duymazlar. ( 46 )   Ve le in messethum nefhatun min azâbi rabbike le yekûlunne yâ veylenâ innâ kunnâ zâlimîn(zâlimîne). ( 46 )   Rabbinin azabından onlara bir esinti dokunsa: "Vah bize! Doğrusu biz haksızdık" derler. ( 47 )   Ve nedaul mevâzînel kısta li yevmil kıyâmeti fe lâ tuzlemu nefsun şey’â(şey’en) ve in kâne miskâle habbetin min hardalin eteynâ bihâ, ve kefâ binâ hâsibîn(hâsibîne). ( 47 )   Kıyamet günü doğru teraziler kurarız; hiçbir kimse hiçbir haksızlığa uğratılmaz. Hardal tanesi kadar olsa bile yapılanı ortaya koyarız. Hesap gören olarak Biz yeteriz. ( 48 )   Ve lekad âteynâ mûsâ ve hârûnel furkâne ve dıyâen ve zikren lil muttakîn(muttakîne). ( 48 )   And olsun ki, Musa ve Harun'a eğriyi doğrudan ayıran Kitap'ı sakınanlar için ışık ve öğüt olarak verdik. ( 49 )   Ellezîne yahşevne rabbehum bil gaybi ve hum mines sâati muşfikûn(muşfikûne). ( 49 )   Onlar görmedikleri halde Rablerinden korkarlar; kıyamet saatinden de titrerler. ( 50 )   Ve hâzâ zikrun mubârakun enzelnâhu, e fe entum lehu munkirûn(munkirûne). ( 50 )   İşte bu, indirdiğimiz kutsal bir Kitap'dır. Siz mi onu inkar ediyorsunuz? ( 51 )   Ve lekad âteynâ ibrâhîme ruşdehu min kablu ve kunnâ bihî âlimîn(âlimîne). ( 51 )   And olsun ki, daha önce İbrahim'e de akla uygun olanı göstermiştik. Biz onu biliyorduk. ( 52 )   İz kâle li ebîhi ve kavmihî mâ hâzihit temâsîlulletî entum lehâ âkifûn(âkifûne). ( 52 )   İbrahim, babasına ve milletine: "Bu tapınıp durduğunuz heykeller nedir?" demişti. ( 53 )   Kâlû vecednâ âbâenâ lehâ âbidîn(âbidîne). ( 53 )   "Babalarımızı onlara tapar bulduk" demişlerdi. ( 54 )   Kâle lekad kuntum entum ve âbâukum fî dalâlin mubîn(mubînin). ( 54 )   İbrahim: "And olsun ki sizler de babalarınız da apaçık bir sapıklık içindesiniz" deyince: ( 55 )   Kâlû e ci’tenâ bil hakkı em ente minel lâıbîn(lâıbîne). ( 55 )   "Sen bize gerçeği mi getirdin yoksa şaka mı ediyorsun?" dediler. ( 56 )   Kâle bel rabbukum rabbus semâvâti vel ardıllezî fatarahunne ve ene alâ zâlikum mineş şâhidîn(şâhidîne). ( 56 )   O şöyle dedi: "Hayır; Rabbiniz, göklerin ve yerin Rabbidir ki onları O yaratmıştır. Ben de buna şahidlik edenlerdenim." ( 57 )   Ve tallâhi le ekîdenne asnâmekum ba’de en tuvellû mudbirîn(mudbirîne). ( 57 )   "Allah'a yemin ederim ki, siz ayrıldıktan sonra, putlarınıza bir tuzak kuracağım!"
  • ( 58 )   Fe cealehum cuzâzen illâ kebîran lehum leallehum ileyhi yerciûn(yerciûne). ( 58 )   Hepsini paramparça edip, içlerinden büyüğünü ona başvursunlar diye, sağlam bıraktı. ( 59 )   Kâlû men feale hâzâ bi âlihetinâ innehu le minez zâlimîn(zâlimîne). ( 59 )   Milleti: "Tanrılarımıza bunu kim yaptı? Doğrusu o zalimlerden biridir" dediler. ( 60 )   Kâlû semi’nâ feten yezkuruhum yukâlu lehû ibrâhîm(ibrâhîmu). ( 61 )   Kâlû fe’tû bihî alâ a’yunin nâsi leallehum yeşhedûn(yeşhedûne). ( 60 - 61 )   Bazıları: "İbrahim denen bir gencin onları diline doladığını duymuştuk" deyince, "O halde bunların şahidlik edebilmeleri için onu halkın gözü önüne getirin" dediler. ( 62 )   Kâlû e ente fealte hâzâ bi âlihetinâ yâ ibrâhîm(ibrâhîmu). ( 62 )   İbrahim gelince, ona: "Ey İbrahim, bunu tanrılarımıza sen mi yaptın?" dediler. ( 63 )   Kâle bel fealehu kebîruhum hâzâ fes’elûhum in kânû yentıkûn(yentıkûne). ( 63 )   İbrahim: "Belki onu şu büyükleri yapmıştır, konuşabiliyorlarsa onlara sorun" dedi. ( 64 )   Fe raceû ilâ enfusihim fe kâlû innekum entumuz zâlimûn(zâlimûne). ( 65 )   Summe nukisû alâ ruûsihim, lekad alimte mâ hâulâi yentıkûn(yentıkûne). ( 64 - 65 )   Kendi kendilerine: "Doğrusu siz haksızsınız", sonra kafalarında olan eski inançlarına dönerek: "Ey İbrahim! bunların konuşmayacağını, and olsun ki, bilirsin" dediler. ( 66 )   Kâle e fe ta’budûne min dûnillâhi mâ lâ yenfeukum şey’en ve lâ yadurrukum. ( 67 )   Uffin lekum ve li mâ ta’budûne min dûnillâhi, e fe lâ ta’kılûn(ta’kılûne). ( 66 - 67 )   İbrahim: "O halde, Allah'ı bırakıp da size hiçbir fayda ve zarar veremeyecek olan putlara ne diye taparsınız? Size de, Allah'ı bırakıp taptıklarınıza da yazıklar olsun! Akletmiyor musunuz?" dedi. ( 68 )   Kâlû harrikûhu vansurû âlihetekum in kuntum fâılîn(fâılîne). ( 68 )   Onlar: "Bir şey yapacaksanız, şunu yakın da tanrılarınıza yardım edin" dediler. ( 69 )   Kulnâ yâ nâru kûnî berden ve selâmen alâ ibrâhîm(ibrâhîme). ( 69 )   Biz: "Ey ateş! İbrahim'e karşı serin ve zararsız ol" dedik. ( 70 )   Ve erâdû bihî keyden fe cealnâ humul ahserîn(ahserîne). ( 70 )   Ona düzen kurmak istediler, fakat Biz onları hüsrana uğrattık. ( 71 )   Ve necceynâhu ve lûtan ilâl ardılletî bâraknâ fîhâ lil âlemîn(âlemîne). ( 71 )   Onu da, Lut'u da, alemler için kutsal kıldığımız yere ulaştırıp kurtardık. ( 72 )   Ve vehebnâ lehu ishâk(ishâka), ve ya’kûbe nâfileten, ve kullen cealnâ sâlihîn(sâlihîne). ( 72 )   İbrahim'e, buna ilaveten İshak ve Yakub'u da verdik, her birini iyi kimseler kıldık.
  • ( 73 )   Ve cealnâhum eimmeten yehdûne bi emrinâ ve evhaynâ ileyhim fi’lel hayrâti ve ikâmes salâti ve îtâez zekâti, ve kânû lenâ âbidîn(âbidîne). ( 73 )   Onları, buyruğumuz altında insanları doğru yola götüren önderler yaptık; onlara, iyi işler yapmayı, namaz kılmayı, zekat vermeyi vahyettik. Onlar, bize kulluk eden kimselerdi. ( 74 )   Ve lûtan âteynâhu hukmen ve ılmen ve necceynâhu minel karyetilletî kânet ta’melul habâise, innehum kânû kavme sev’in fâsikîn(fâsikîne). ( 74 )   Lut'a da hüküm ve ilim verdik; onu, çirkin işler işleyen kasabadan kurtardık. Doğrusu onlar yoldan çıkmış kötü bir milletti. ( 75 )   Ve edhalnâhu fî rahmetinâ, innehu mines sâlihîn(sâlihîne). ( 75 )   Lut'u rahmetimizin içine aldık; doğrusu o iyilerdendi. ( 76 )   Ve nûhan iz nâdâ min kablu festecebnâ lehu fe necceynâhu ve ehlehu minel kerbil azîm(azîmi). ( 76 )   Nuh da daha önceleri Bize yalvarmıştı, onun duasını kabul edip, kendisini ve ailesini büyük sıkıntıdan kurtardık. ( 77 )   Ve nasarnâhu minel kavmillezîne kezzebû bi âyâtinâ, innehum kânû kavme sev’in fe agraknâhum ecmaîn(ecmaîne). ( 77 )   Ayetlerimizi yalanlayan millete karşı ona yardım ettik. Doğrusu onlar fena bir milletti, hepsini suda boğduk. ( 78 )   Ve dâvude ve suleymâne iz yahkumâni fîl harsi iz nefeşet fîhi ganemul kavm(kavmi), ve kunnâ li hukmihim şâhidîn(şâhidîne). ( 78 )   Davud ve Süleyman da milletin koyunlarının yayıldığı bir ekin hakkında hüküm veriyorlarken, Biz onların hükmüne şahiddik. ( 79 )   Fe fehhemnâhâ suleymân(suleymâne), ve kullen âteynâ hukmen ve ılmen ve sehharnâ mea dâvudel cibâle yusebbihne vet tayr(tayre), ve kunnâ fâılîn(fâılîne). ( 79 )   Süleyman'a bu meselenin hükmünü bildirmiştik; her birine hüküm ve ilim verdik. Davud ile beraber tesbih etsinler diye dağları ve kuşları buyruk altına aldık. Bunları Biz yapmıştık. ( 80 )   Ve allemnâhu san’ate lebûsin lekum li tuhsınekum min be’sikum, fe hel entum şâkirûn(şâkirûne). ( 80 )   Ona, sizi savaşta korumak için zırh yapma sanatını öğrettik, artık şükreder misiniz? ( 81 )   Ve li suleymâner rîha âsıfeten tecrî bi emrihî ilâl ardılletî bâraknâ fîhâ ve kunnâ bi kulli şey’in âlimîn(âlimîne). ( 81 )   Bereketli kıldığımız yere doğru, Süleyman'ın emriyle yürüyen şiddetli rüzgarı, onun buyruğuna verdik. Biz herşeyi biliyorduk.
  • ( 82 )   Ve mineş şeyâtîni men yegûsûne lehu ve ya’melûne amelen dûne zâlik(zâlike), ve kunnâ lehum hâfızîn(hâfızîne). ( 82 )   Dalgıçlık yapan ve bundan başka işler de gören şeytanlardan da onun buyruğu altına verdik. Onların hepsini gözetiyorduk. ( 83 )   Ve eyyûbe iz nâdâ rabbehû ennî messeniyed durru ve ente erhamur râhimîn(râhimîne). ( 83 )   Eyyub da: "Başıma bir bela geldi, (Sana sığındım), Sen merhametlilerin merhametlisisin" diye Rabbine nida etmişti. ( 84 )   Festecebnâ lehu fe keşefnâ mâ bihî min durrin ve âteynâhu ehlehu ve mislehum meahum rahmeten min ındinâ ve zikrâ lil âbidîn(âbidîne). ( 84 )   Biz de onun duasını kabul etmiş ve başına gelenleri kaldırmıştık. Katımızdan bir rahmet ve kulluk edenlere bir hatıra olmak üzere ona tekrar ailesini ve kaybettikleriyle bir mislini daha vermiştik. ( 85 )   Ve ismâîle ve idrîse ve zelkifl(zelkifli), kullun mines sâbirîn(sâbirîne). ( 85 )   İsmail, İdris ve Zülkifl hakkında anlattığımızı da an; onların her biri sabredenlerdendi. ( 86 )   Ve edhalnâhum fî rahmetinâ, innehum mines sâlihîn(sâlihîne). ( 86 )   Onları rahmetimizin içine aldık; doğrusu onlar iyilerdendi. ( 87 )   Ve zennûni iz zehebe mugâdıben fe zanne en len nakdire aleyhi fe nâdâ fiz zulumâti en lâ ilâhe illâ ente subhâneke innî kuntu minez zâlimîn(zâlimîne). ( 87 )   Zünnun (Balık Sahibi; Yunus) hakkında söylediğimizi de an. O, öfkelenerek giderken, kendisini sıkıntıya sokmayacağımızı sanmıştı; fakat sonunda karanlıklar içinde: "Senden başka tanrı yoktur, Sen münezzehsin, doğrusu ben haksızlık edenlerdenim" diye seslenmişti. ( 88 )   Festecebnâ lehu ve necceynâhu minel gamm(gammi), ve kezâlike nuncil mu’minîn(mu’minîne). ( 88 )   Biz de ona cevap verip, onu üzüntüden kurtarmıştık. inananları böyle kurtarırız. ( 89 )   Ve zekeriyyâ iz nâdâ rabbehu rabbi lâ tezernî ferden ve ente hayrul vârisîn(vârisîne). ( 89 )   Zekeriya da: "Rabbim! Beni tek Başıma bırakma, Sen varislerin en hayırlısısın" diye nida etmişti. ( 90 )   Festecebnâ lehu, ve vehebnâ lehu yahyâ ve aslahnâ lehu zevcehu, innehum kânû yusâriûne fîl hayrâti ve yed’ûnenâ ragaben ve reheben, ve kânû lenâ hâşiîn(hâşiîne). ( 90 )   Biz de ona icabet ederek, Yahya'yı bahşetmiş, eşini de doğum yapacak hale getirmiştik. Doğrusu onlar iyi işlerde yarışıyorlar, korkarak ve umarak Bize yalvarıyorlardı. Bize karşı gönülden saygı duyuyorlardı.
  • ( 91 )   Velletî ahsanet fercehâ fe nefahnâ fîhâ min rûhinâ ve cealnâhâ vebnehâ âyeten lil âlemîn(âlemîne). ( 91 )   Mahrem yerini koruyan Meryem'e ruhumuzdan üflemiş, onu ve oğlunu, alemler için bir mucize kılmıştık. ( 92 )   İnne hâzihî ummetukum ummeten vâhıdeten ve ene rabbukum fa’budûni. ( 92 )   Doğrusu tevhid dini olan Müslümanlık, bir tek din olarak sizin dininizdir ve Ben de Rabbinizim, artık Bana kulluk edin. ( 93 )   Ve tekattaû emrehum beynehum, kullun ileynâ râciûn(râciûne). ( 93 )   Ama insanlar, din konusunda aralarında bölüklere ayrıldılar, hepsi Bize döneceklerdir. ( 94 )   Fe men ya’mel mines sâlihâti ve huve mu’minun fe lâ kufrâne li sa’yihî, ve innâ lehu kâtibûn(kâtibûne). ( 94 )   İnanmış olarak yararlı iş işleyenin ameli inkar edilmeyecektir. Biz onu yazmaktayız. ( 95 )   Ve harâmun alâ karyetin ehleknâhâ ennehum lâ yerciûn(yerciûne). ( 95 )   Yok ettiğimiz kasaba halkının ahirette ceza görmek üzere Bize dönmemesi imkansızdır. ( 96 )   Hattâ izâ futihat ye’cûcu ve me’cûcu ve hum min kulli hadebin yensilûn(yensilûne). ( 96 )   Yecüc ve Mecüc'ün seddi yıkıldığı zaman her dere ve tepeden boşanırlar. ( 97 )   Vakterabel va’dul hakku fe izâ hiye şâhısatun ebsârullezîne keferû, yâ veylenâ kad kunnâ fî gafletin min hâzâ bel kunnâ zâlimîn(zâlimîne). ( 97 )   Gerçek vaad yaklaştığında, inkar edenlerin gözleri beleriverir: "Vah bize! Bundan önce gaflet içindeydik, hem de zalimdik" derler. ( 98 )   İnnekum ve mâ ta’budûne min dûnillâhi hasabu cehennem(cehenneme), entum lehâ vâridûn(vâridûne). ( 98 )   Siz ve Allah'tan başka taptıklarınız, cehennemin yakıtısınız; oraya gireceksiniz. ( 99 )   Lev kâne hâulâi âliheten mâ veradûhâ, ve kullun fîhâ hâlidûn(hâlidûne). ( 99 )   Eğer bunlar tanrı olsaydı cehenneme girmezlerdi; hepsi orada temelli kalacaktır. ( 100 ) Lehum fîhâ zefîrun ve hum fîhâ lâ yesmeûn(yesmeûne). ( 100 )   Orada onlara ah etmek vardır; birşey de işitemezler. ( 101 ) İnnellezîne sebekat lehum minnâl husnâ ulâike anhâ mub’adûn(mub’adûne). ( 101 )   Yaptıklarına karşılık katımızdan kendileri için iyi şeyler yazılmış olanlar, işte onlar cehennemden uzak tutulanlardır.
  • ( 102 ) Lâ yesmeûne hasîsehâ, ve hum fî mâştehet enfusuhum hâlidûn(hâlidûne). ( 102 )   Cehennemin uğultusunu duymazlar. Canlarının istediği şeyler içinde temelli kalırlar. ( 103 ) Lâ yahzunuhumul fezeul ekberu ve tetelakkâhumul melâiketu, hâzâ yevmukumullezî kuntum tûadûn(tûadûne). ( 103 )   En büyük korku bile onları üzmez; kendilerini melekler: "Size söz verilen gün işte bugündür" diye karşılarlar. ( 104 ) Yevme natvis semâe ke tayyis sicilli lil kutub(kutubi), kemâ bede’nâ evvele halkın nuîduhu, va’den aleynâ, innâ kunnâ fâılîn(fâılîne). ( 104 )   Göğü, kitap dürer gibi dürdüğümüz zaman, yaratmaya ilk başladığımız gibi katımızdan verilmiş bir söz olarak onu tekrar var edeceğiz. Doğrusu Biz yaparız. ( 105 ) Ve lekad ketebnâ fîz zebûri min ba’diz zikri ennel arda yerisuhâ ıbâdiyes sâlihûn(sâlihûne). ( 105 )   And olsun ki, Tevrat'tan sonra Zebur'da da yeryüzüne ancak iyi kullarımın mirasçı olduğunu yazmıştık. ( 106 ) İnne fî hâzâ le belâgan li kavmin âbidîn(âbidîne). ( 106 )   Doğrusu bu Kuran'da, kulluk eden kimselere bildiri vardır. ( 107 ) Ve mâ erselnâke illâ rahmeten lil âlemîn(âlemîne). ( 107 )   Biz seni ancak alemlere rahmet olarak gönderdik. ( 108 ) Kul innemâ yûhâ ileyye ennemâ ilâhukum ilâhun vâhidun, fe hel entum muslimûn(muslimûne). ( 108 )   De ki: "Doğrusu tanrınızın tek bir Tanrı olduğu bana şüphesiz vahyolundu. Artık müslüman olacak mısınız?" ( 109 ) Fe in tevellev fe kul âzentukum alâ sevâin, ve in edrî e karîbun em baîdun mâ tûadûn(tûadûne). ( 109 )   Eğer yüz çevirirlerse, de ki: "Size düpedüz açıkladım; tehdit olunduğunuz şeyin yakın mı uzak mı olduğunu bilmem." ( 110 ) İnnehu ya’lemul cehre minel kavli ve ya’lemu mâ tektumûn(tektumûne). ( 110 )   "Doğrusu O, açığa vurulan sözü de bilir, gizlediklerinizi de bilir." ( 111 ) Ve in edrî leallehu fitnetun lekum ve metâun ilâ hîn(hînin). ( 111 )   "Bilmem; belki bu gecikme sizi denemek ve bir süreye kadar geçindirmek içindir." ( 112 ) Kâle rabbıhkum bil hakk(hakkı), ve rabbunâr rahmânul musteânu alâ mâ tasıfûn(tasıfûne). ( 112 )   Peygamber: "Rabbim! Aramızda gerçekle hükmet, anlattıklarınıza karşı ancak Rahman olan Rabbimizden yardım istenir" dedi.

Âyetleri daha iyi anlamak için ehl-i sünnet hocalarımızın tefsirini okumanız tavsiye edilir.