18. Kehf Sûresi ( سُورَةُ الْكَهْفِ ) Surah Al-Kahf
Kur’ân sayfa no : 292 - 303   Cüz : 15 - 16   Âyet sayısı : 110
Okuyan : Şeyh Fares Abbad

  • 18. Kehf Sûresi ( سُورَةُ الْكَهْفِ ) Surah Al-Kahf

    Bismillâhir rahmânir rahîm
    Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla

    ( 1 ) El hamdulillâhillezî enzele alâ abedihil kitâbe ve lem yece'al lehu ivecâ. ( 1 )   Allah’a hamdolsun ki O, kuluna Kitab’ı (Kur’ân-ı Kerim’i) indirdi. Ve O’nda, bir eğrilik kılmadı. ( 2 ) Kayyimel li yunzira be'sen şedîden mil ledunhu ve yubeşşirel mu'minînellezîne ya'melûnes sâlihâti enne lehum eceran hasenâ. ( 2 )   (Kur’ân-ı Kerim), kayyum (kıyâmete kadar devam edecek) olarak, katından şiddetli azapla uyarmak ve salih amel yapan mü’minlere en güzel ecrin onların olduğunu müjdelemek için (indirildi). ( 3 ) Mâkisîne fîhi ebedâ. ( 3 )   Orada ebedî olarak kalıcıdırlar (kalacaklardır). ( 4 ) Ve yunzirellezîne kâlûttehazellâhu veledâ. ( 4 )   Ve (Kur’ân-ı Kerim), “Allah, bir çocuk edindi.” diyenleri uyarır.
  • ( 5 ) Mâ lehum bihî min ilmin ve lâ li âbâihim, kebeurat kelimeten tahrucu min efvâhihim, iy yekûlûne illâ kezibâ. ( 5 )   Allah'ın çocuk edindiğine dair ne kendilerinin ve ne de babalarının bir bilgisi vardır. Ağızlarından çıkan söz ne büyük iftiradır. Onlar yalnız ve yalnız yalan söylerler. ( 6 ) Fe lealleke bâhiun nefseke alâ âsârihim il lem yuk'minû bi hâzâl hadîsi esefâ. ( 6 )   Bu söze inanmayanların ardından üzülerek nerdeyse kendini mahvedeceksin! ( 7 ) İnnâ cealnâ mâ alâl ardi zîneten lehâ li nebeluvehum eyyuhum ahsenu amelâ. ( 7 )   İnsanların hangisinin daha iyi iş işlediğini ortaya koyalım diye, yeryüzünde olan şeyleri, yeryüzünün süsü yaptık. ( 8 ) Ve innâ le câilûne mâ aleyhâ saîden curuzâ. ( 8 )   Şüphesiz Biz, yeryüzünde olanları kupkuru bir toprak haline getirebiliriz. ( 9 ) Em hasibete enne ashâbel kehfi ver rakîmi kânû min âyâtinâ acabâ. ( 9 )   Yoksa sen Mağara ve Kitap ehlini şaşılacak ayetlerimizden mi zannettin? ( 10 ) İz evâl fityetu ilâl kehfi fe kâlû rabbenâ âtinâ mil ledunke rahmeten ve heyyi' lenâ min emrinâ raşedâ. ( 10 )   Birkaç genç mağaraya sığınmış: "Rabbimiz! Katından bize rahmet ver ve işimizde doğruyu göster, bizi başarılı kıl" demişlerdi. ( 11 ) Fe darabenâ alâ âzânihim fîl kehfi sinîne adedâ. ( 11 )   Böylece mağarada kulakları üzerine (kalplerinin zikrini duyabilmeleri için yan üstü) senelerce yatırdık (uyuttuk). ( 12 ) Summe beasnâhum li na'leme eyyul hizbeyni ahsâ limâ lebisû emedâ. ( 12 )   Sonra ne kadar süre kaldıklarını, iki topluluktan hangisinin daha iyi hesap edeceğini bilmemiz (belirtmemiz) için onları beas ettik (dirilttik, uyandırdık). ( 13 ) Nahnu nakussu aleyke nebeehum bil hakk, innehum fityetun âmenû bi rabbihim ve zidenâhum hudâ. ( 13 )   Biz, sana onların haberlerini gerçek olarak kıssa ediyoruz. Muhakkak ki onlar, Rab’lerine âmenû olmuş gençlerdi. Ve onlara hidayeti artırdık. ( 14 ) Ve rabatenâ alâ kulûbihim iz kâmû fe kâlû rabbunâ rabbus semâvâti vel ardi len nede'uve min dûnihî ilâhe lekade kulnâ izen şetatâ. ( 14 )   Onların kalpleri üzerine rabıta kurduk (kalplerini Bize bağladık). Ayağa kalktıkları zaman (kalkınca) şöyle dediler: “Bizim Rabbimiz, semaların ve arzın Rabbidir. O'ndan başkasına ilâh olarak asla dua etmeyiz. Öyle yaparsak, andolsun ki haddi aşarak yanlış söylemiş olurduk.” ( 15 ) Hâulâi kavmunâttehazû min dûnihî âliheh, lev lâ ye'tûne aleyhim bi sultânin beyyin, fe men azlemu mimmenifterâ alâllâhi kezibâ. ( 15 )   İşte bu bizim kavmimizdir. Onlara açıkça bir delil (sultan) gelmemesine rağmen Allah’tan başkasını ilâhlar edindiler. Öyleyse Allah’a yalanla iftira edenden daha zalim kim vardır?
  • ( 16 ) Ve izi'tezeletumûhum ve mâ ya'budûne illâllâhe fe'vû ilâl kehfi yenşur lekum rabbukum mir rahmetihî ve yuheyyi' lekum min emrikum mirfekâ. ( 16 )   Onlara: "Siz onlardan ve Allah'tan başka taptıklarından ayrıldınız, bunun için mağaraya girin ki, Rabbiniz size rahmetini yaysın ve size işinizde kolaylık göstersin" denildi. ( 17 ) Ve terâş şemse izâ taleat tezâveru an kehfihim zâtel yemîni ve izâ garabet takriduhum zâteş şimâli ve hum fî fecevetin minhu, zâlike min âyâtillâh, mey yehdillâhu fe huvel muhtede, ve mey yudlil fe len tecide lehu veliyyen murşidâ. ( 17 )   Baksaydın, güneşin mağaralarının sağ tarafından doğup meylettiğini, sol tarafından onlara dokunmadan battığını, onların da mağaranın genişçe bir yerinde bulunduğunu görürdün. Bu, Allah'ın mucizelerindendir; Allah'ın doğru yola eriştirdiği kimse hak yoldadır. Kimi de saptırırsa artık ona, doğru yola götürecek bir rehber bulamazsın. ( 18 ) Ve tahsebuhum eykâzan ve hum rukûde, ve nukallibuhum zâtel yemîni ve zâteş şimâl, ve kelbuhum bâsitun zirâayhi bil vasîde, levittala'te aleyhim le velleyte minhum firâran ve le muli'te minhum ru'bâ. ( 18 )   Mağara ehli uykuda iken sen onları uyanık sanırdın. Biz onları sağa ve sola döndürürdük. Köpekleri dirseklerini eşiğe uzatmıştı. Onları görsen, için korkuyla dolar, geri dönüp kaçardın. ( 19 ) Ve kezâlike beasnâhum li yetesâelû beynehum, kâle kâilun minhum kem lebistum, kâlû lebisnâ yevmen ev ba'da yevm, kâlû rabbukum a'lemu bi mâ lebistum febe'asû ehadekum bi verikikum hâzihî ilâl medîneti felyanzur eyyuhâ ezkâ taâmen felye'tikum bi rizkin minhu velyetelattaf ve lâ yuş'iranne bikum ehadâ. ( 19 )   Birbirlerine sorsunlar diye onları uyandırdık. İçlerinden biri: "Ne kadar kaldınız?" dedi. "Bir gün veya daha az bir müddet kaldık" dediler. "Ne kadar kaldığınızı Rabbiniz daha iyi bilir. Paranızla birinizi şehre gönderin, sakın sizi kimseye duyurmasın" dediler. ( 20 ) İnnehum iy yazherû aleykum yercumûkum ev yuîdûkum fî milletihim ve len tuflihû izen ebedâ. ( 20 )   "Zira onların sizden haberi olacak olursa, ya taşlayarak öldürürler veya dinlerine döndürürler ve bu takdirde asla kurtulamazsınız."
  • ( 21 ) Ve kezâlike a'sernâ aleyhim li ya'lemû enne va'dallâhi hakkun ve ennes sâate lâ raybe fîhâ, iz yetenâzeûne beynehum emrehum fe kâlûbenû aleyhim bunyânâ, rabbuhum a'lemu bihim, kâlellezîne galebû alâ emrihim le nettehizenne aleyhim mescidâ. ( 21 )   Böylece, Allah'ın sözünün gerçek olduğunu ve kıyametin kopmasından şüphe edilemeyeceğini bilmeleri için, insanların onları bulmalarını sağladık. Nitekim halk, bunların hakkında çekişip duruyor: "Onların mağaralarının çevresine bir bina kurun" diyorlardı. Oysa, Rableri onları çok iyi bilir. Tartışmayı kazananlar: "Onların mağaralarının çevresinde mutlaka bir mescid kuracağız" dediler. ( 22 ) Se yekûlûne selâsetun râbiuhum kelbuhum, ve yekûlûne hamsetun sâdisuhum kelbuhum racemen bil gaybe, ve yekûlûne seb'atun ve sâminuhum kelbuhum, kul rabbî a'lemu bi iddetihim mâ ya'lemuhum illâ kalîl, fe lâ tumâri fîhim illâ mirâen zâhirâ, ve lâ testefti fîhim minhum ehâdâ. ( 22 )   Karanlığa taş atar gibi, "Mağara ehli üçtür, dördüncüleri köpekleridir" derler, yahut, "Beştir, altıncıları köpekleridir" derler, yahut "Yedidir, sekizincileri köpekleridir" derler. De ki: "Onların sayısını en iyi bilen Rabbim'dir. Onları pek az kimseden başkası bilmez." Bunun için, onlar hakkında, bu kısaca anlatılanın dışında, kimseyle tartışma ve onlar hakkında kimseden bir şey sorma. ( 23 ) Ve lâ tekûlenne li şey'in innî fâilun zâlike gadâ. ( 23 )   Herhangi bir şey için, Allah'ın dilemesi dışında: "Ben yarın onu yapacağım" deme. Unuttuğun zaman Rabbini an ve şöyle de: "Umulur ki, Rabbim beni doğruya daha yakın olana eriştirir." ( 24 ) İllâ ey yeşâallâh vezkur rabbeke izâ nesîte ve kul asâ ey yehdiyeni rabbî li akrabe min hâzâ raşedâ. ( 24 )   Herhangi bir şey için, Allah'ın dilemesi dışında: "Ben yarın onu yapacağım" deme. Unuttuğun zaman Rabbini an ve şöyle de: "Umulur ki, Rabbim beni doğruya daha yakın olana eriştirir." ( 25 ) Ve lebisû fî kehfihim selâse mietin sinîne vezdâdû tis'â. ( 25 )   Onlar mağaralarında üçyüz dokuz yıl kaldılar. ( 26 ) Kulillâhu a'lemu bimâ lebisû, lehu gaybus semâvâti vel ard, ebesir bihî ve esmi', mâ lehum min dûnihî min veliyyin ve lâ yuşriku fî hukmihî ehadâ. ( 26 )   De ki: "Onların ne kadar kaldıklarını en iyi Allah bilir. Göklerin ve yerin gaybı O'na aittir. O, ne mükemmel görendir! O ne mükemmel işitendir! İnsanların O'ndan başka dostu yoktur. O, hiç kimseyi hükümranlığa ortak kılmaz." ( 27 ) Vetlu mâ ûhiye ileyke min kitâbi rabbik, lâ mubeddile li kelimâtihî ve len tecide min dûnihî multehadâ. ( 27 )   Rabbinin Kitap'ından sana vahyolunanı oku; O'nun sözlerini değiştirecek yoktur. O'ndan başka bir sığınılacak da bulamazsın.
  • ( 28 ) Vasbir nefseke meallezîne yede'ûne rabbehum bil gadâti vel aşiyyi yurîdûne veceheh ve lâ ta'du aynâke anhum, turîdu zînetel hayâtid dunyâ ve lâ tuti' men agfelnâ kalbehu an zikrinâ vettebea hevâhu ve kâne emruhu furutâ. ( 28 )   Sabah akşam Rablerinin rızasını dileyerek O'na yalvaranlarla beraber sen de sabret. Dünya hayatının güzelliklerini isteyerek gözlerini o kimselerden ayırma. Bizi anmasını kendisine unutturduğumuz ve işinde aşırı giderek hevesine uyan kimseye uyma. ( 29 ) Ve kulil hakku mir rabbikum fe men şâe felyu'min ve men şâe felyekfur innâ a'tedenâ liz zâlimîne nâran ehâta bihim surâdikuhâ, ve iy yestegîsû yugâsû bi mâin kel muhli yeşvîl vucûh, bi'seş şerâbe ve sâet murtefekâ. ( 29 )   De ki: "Gerçek Rabbinizdendir." Dileyen inansın, dileyen inkar etsin. Şüphesiz zalimler için, duvarları çepeçevre onları içine alacak bir ateş hazırlamışızdır. Onlar yardım istediklerinde, erimiş maden gibi yüzleri kavuran bir su kendilerine sunulur. Bu ne kötü bir içecek ve cehennem ne kötü bir duraktır! ( 30 ) İnnellezîne âmenû ve amilûs sâlihâti innâ lâ nudîu ecere men ahsene amelâ. ( 30 )   Muhakkak ki âmenû olanlar (ölmeden önce ruhunu Allah’a ulaştırmayı dileyenler) ve salih amel (nefs tezkiyesi) yapanlar, Biz kesinlikle en güzel amel işleyen kimselerin ecrini (karşılığını) zayi etmeyiz. ( 31 ) Ulâike lehum cennâtu adenin tecerî min tahtihimul enharu yuhallevne fîhâ min esâvire min zehebin ve yelbesûne siyâben hudran min sundusin ve isteberakin muttekiîne fîhâ alâl erâik, ni'mes sevâbe, ve hasunet murtefekâ. ( 31 )   İşte onlara (onlar için) adn cennetleri vardır. Onların altından nehirler akar. Orada altın (dan) bileziklerle süslenirler. İnce ipek ve atlastan yeşil elbiseler giyerler. Orada tahtlar üzerine yaslanırlar. Ne güzel bir sevap ve ne güzel bir destek. ( 32 ) Vadribe lehum meselen raculeyni cealnâ li ehadihimâ cenneteyni min a'nâbin ve hafefnâhumâ bi nahlin ve cealnâ beynehumâ zer'â. ( 32 )   Onlara iki adamı misal olarak göster: Birine iki üzüm bağı verip, etrafını hurmalıklarla çevirmiş ve aralarında ekinler bitirmiştik. ( 33 ) Kiltel cenneteyni âtet ukulehâ ve lem tazlim minhu şey’e ve feccernâ hilâlehumâ neherâ. ( 33 )   Her iki bahçe de ürünlerini vermişlerdi, hiçbir şeyi de eksik bırakmamışlardı. İkisinin arasından bir de ırmak akıtmıştık. ( 34 ) Ve kâne lehu semerun, fe kâle li sâhibihî ve huve yuhâviruhû ene ekseru minke mâlen ve eazzu neferâ. ( 34 )   Onun gelirleri de vardı. Bu yüzden, arkadaşiyle konuşurken: "Ben malca senden zengin, nüfusça da senden daha itibarlıyım" dedi.
  • ( 35 ) Ve dehale cennetehu ve huve zâlimun li nefsihî, kâle mâ ezunnu en tebîde hâzihî ebedâ. ( 35 )   Ve o, nefsine zulmederek bahçesine girdi. Şöyle dedi: “Bunun (bu bağın) ebediyyen helâk olacağını zannetmiyorum.” ( 36 ) Ve mâ ezunnus sâate kâimeten ve le in rudidtu ilâ rabbî le ecidenne hayran minhâ munkalebâ. ( 36 )   Ve ben, (kıyâmet) saatinin kaim olacağını (vukû bulacağını) zannetmiyorum. Ve eğer Rabbime döndürülürsem mutlaka ondan daha hayırlısına dönüşmüş olanı bulurum. ( 37 ) Kâle lehu sâhibuhu ve huve yuhâviruhû e keferte billezî halakake min turâbin summe min nutafetin summe sevvâke raculâ. ( 37 )   Onunla konuşan (sohbet eden) arkadaşı, ona dedi ki: “Seni, (önce) topraktan, sonra bir nutfeden (bir damla sudan) yaratan sonra da seni bir adam hüviyetine sevva (dizayn) edeni (Allah’ı), sen inkâr mı ediyorsun?” ( 38 ) Lâkinne huvallâhu rabbî ve lâ uşriku bi rabbî ehadâ. ( 38 )   Fakat O, Allah ki; benim Rabbimdir. Ve ben, Rabbime hiçbir şey ile şirk koşmam. ( 39 ) Ve lev lâ iz dehalte cenneteke kulte mâ şâallâhu lâ kuvvete illâ billâh, in terani ene ekalle minke mâlen ve veledâ. ( 39 )   Beni mal ve evlât (bakımından) daha az (yetersiz) görsen bile, sen bahçene girdiğin zaman: “(Bu bağ), Allah’ın dilediği (bağ)dır. Allah’tan başka kuvvet yoktur.” deseydin olmaz mıydı?” ( 40 ) Fe asâ rabbî ey yu’tiyeni hayran min cennetike ve yursile aleyhâ husbânen mines semâi fe tusbiha saîden zelekâ. ( 40 )   Belki Rabbim, bana senin bahçenden daha hayırlısını verir. Ve onun (senin bahçenin) üzerine semadan (husbân) felâketler gönderir. Böylece kaygan bir toprak haline gelir. ( 41 ) Ev yusbiha mâuhâ gavran fe len testetîa lehu talebâ. ( 41 )   Veya onun (bahçenin) suyu, yerin içine çekilir. Artık onu elde etmeye asla gücün yetmez (sen muktedir olamazsın). ( 42 ) Ve uhîta bi semerihî fe asbeha yukallibu keffeyhi alâ mâ enfeka fîhâ ve hiye hâviyetun alâ urûşihâ ve yekûlu yâ leytenî lem uşrik bi rabbî ehadâ. ( 42 )   Nitekim, ürünleri yok edildi; bağın altüst olmuş çardakları karşısında, sarfettiği emeğe içi yanarak ellerini oğuşturup "Keşke Rabbime kimseyi ortak koşmasaydım" diyordu. ( 43 ) Ve lem tekun lehu fietun yansurûnehu min dûnillâhi ve mâ kâne muntasirâ. ( 43 )   Ona, Allah'tan başka yardım edebilecek adamları da yoktu, kendi kendini de kurtaramadı. ( 44 ) Hunâlikel velâyetu lillâhil hakk, huve hayrun sevâben ve hayrun ukubâ. ( 44 )   İşte burada kudret ve hakimiyet, varlığı gerçek olan Allah'ındır. Mükafatlandırma bakımından hayırlı olan da, sonuçlandırma yönünden hayırlı olan da O'dur. ( 45 ) Vadrib lehum meselel hayâtid dunyâ ke mâin enzelnâhu mines semâi fahteleta bihî nebâtul ardi fe asbeha heşîmen tezrûhur riyâh, ve kânallâhu alâ kulli şey'in mukatedirâ. ( 45 )   Onlara, dünya hayatı misalinin tıpkı şöyle olduğunu anlat: Gökten indirdiğimiz su ile yeryüzünde yetişen bitkiler birbirine karışır, ama sonunda rüzgarın savuracağı çerçöpe döner. Allah her şeyin üstünde bir kudrete sahip olandır.
  • ( 46 ) El mâlu vel benûne zînetul hayâtid dunyâ, vel bâkiyâtus sâlihâtu hayrun inde rabbike sevâben ve hayrun emelâ. ( 46 )   Mal ve oğullar, dünya hayatının süsüdür. Ama baki kalacak yararlı işler, sevab olarak da, emel olarak da, Rabbinin katında daha hayırlıdır. ( 47 ) Ve yevme nuseyyirul cibâle ve terâl arda bârizeten ve haşernâhum fe lem nugâdir minhum ehadâ. ( 47 )   Bir gün dağları yürütürüz de yeri dümdüz görürsün. Hiçbirini bırakmaksızın diriltip bir araya toplarız. ( 48 ) Ve uridû alâ rabbike saffâ, lekade ci'tumûnâ kemâ halaknâkum evvele merrah, bel zeamtum ellen nece'ale lekum mev'idâ. ( 48 )   Dizi dizi Rabbine sunulduklarında onlara: "And olsun ki, sizi ilk defa yarattığımız gibi Bize geldiniz. Sizi bir yere toplamak için söz vermediğimizi iddia etmiştiniz değil mi?" denir. ( 49 ) Ve vudial kitâbu fe terâl mucerimîne muşfikîne mimmâ fîhi ve yekûlûne yâ veyletenâ mâ li hâzâl kitâbi lâ yugâdiru sagîraten ve lâ kebîraten illâ ahsâhâ, ve vecedû mâ amilû hâdirâ, ve lâ yazlimu rabbuke ehadâ. ( 49 )   Amel defteri ortaya konunca, suçluların, onda yazılı olanlardan korktuklarını görürsün, "Vah bize, eyvah bize! Bu defter nasıl olmuş da küçük büyük bir şey bırakmadan hepsini saymış!" derler. İşlediklerini hazır bulurlar. Rabbin kimseye haksızlık etmez. ( 50 ) Ve iz kulnâ lil melâiketiscudû li âdeme fe secedû illâ ibelîse, kâne minel cinni fe feseka an emri rabbih, e fe tettehizûnehu ve zurriyyetehû evliyâe min dûnî ve hum lekum aduv, bi'se liz zâlimîne bedelâ. ( 50 )   Meleklere: "Adem'e secde edin" demiştik. İblis'ten başka hepsi secde etmişti. O, cinlerden idi. Rabbinin buyruğu dışına çıktı. Ey insanoğulları! Siz Beni bırakıp onu ve soyunu dost mu ediniyorsunuz? Halbuki onlar size düşmandır. Kendilerine yazık edenler için bu ne kötü değişmedir! ( 51 ) Mâ eşhedtuhum halkas semâvâti vel ardi ve lâ halka enfusihim ve mâ kuntu muttehizel mudillîne adudâ. ( 51 )   Oysa Ben onları ne göklerin ve yerin yaratılmasında ve ne de kendilerinin yaratılmasında hazır bulundurdum. Saptıranları hiçbir işte asla yardımcı da edinmedim. ( 52 ) Ve yevme yekûlu nâdû şurakâiyellezîne zeamtum fe deavhum fe lem yestecibû lehum ve cealnâ beynehum mevbikâ. ( 52 )   O gün Allah: "Bana ortak olduklarını iddia ettiklerinize seslenin" der. Onları çağırırlar, fakat hiçbirisi onların çağrılarına gelmez. Aralarına bir cehennem deresi koyarız. ( 53 ) Ve rael mucerimûnen nâre fe zannû ennehum muvâkiûhâ ve lem yecidû anhâ masrifâ. ( 53 )   Suçlular ateşi görürler ve ona düşeceklerini anlarlar, fakat ondan kaçacak yer bulamazlar.
  • ( 54 ) Ve lekade sarrafnâ fî hâzâl kur'âni lin nâsi min kulli meselin, ve kânel insânu eksere şey'in cedelâ. ( 54 )   And olsun ki, Biz bu Kuran'da insanlara türlü türlü misali gösterip açıkladık. İnsanın en çok yaptığı iş tartışmadır. ( 55 ) Ve mâ menean nâse ey yu’minû iz câe humul hudâ ve yestagfirû rabbehum illâ en te’tiyehum sunnetul evvelîne ev ye’tiyehumul azâbu kubulâ. ( 55 )   İnsanlara doğruluk rehberi gelmişken, onları inanmaktan, Rablerinden mağfiret dilemekten alıkoyan öncekilere uygulananın kendilerine de uygulanmasını veya gözleri göre göre azaba uğramayı beklemeleridir. ( 56 ) Ve mâ nursilul murselîne illâ mubeşşirîne ve munzirîn, ve yucâdilullezîne keferû bil bâtili li yudehidû bihil hakk vettehazû âyâtî ve mâ unzirû huzuvâ. ( 56 )   Biz peygamberleri ancak müjdeci ve uyarıcı olarak göndeririz. Oysa inkarcılar hakkı batılla ortadan kaldırmak için çekişirler. Ayetlerimizi ve kendilerine yapılan uyarmaları alaya alırlar. ( 57 ) Ve men azlemu mimmen zukkire bi âyâti rabbihî fe a’rada anhâ ve nesiye mâ kaddemet yedâh, innâ cealnâ alâ kulûbihim ekinneten ey yefkahûhu ve fî âzânihim vakarâ ve in ted’uhum ilâl hudâ fe len yehtedû izen ebedâ. ( 57 )   Rabbinin ayetleri kendisine hatırlatılmışken onlardan yüz çeviren ve önceden yaptıklarını unutan kimseden daha zalim var mıdır? Kuran'ı anlarlar diye kalblerine örtüler, kulaklarına da ağırlık koyduk. Sen onları doğru yola çağırsan da asla doğru yolagelmezler. ( 58 ) Ve rabbukel gafûru zur rahmeh, lev yuâhizuhum bi mâ kesebû le accele lehumul azâbe, bel lehum mev’idun ley yecidû min dûnihî mev’ilâ. ( 58 )   Bununla beraber, Rabbin mağfiret ve merhamet sahibidir. Eğer onları, yaptıklarından dolayı hemen hesaba çekmek isteseydi, azaba uğratmakta acele ederdi. Ama onların bir vadesi vardır. Ondan kaçıp sığınacak yer bulamazlar. ( 59 ) Ve tilkel kurâ ehleknâhum lemmâ zalemû ve cealnâ li mehlikihim mev’idâ. ( 59 )   Haksızlıklarından ötürü işte yok ettiğimiz şehirler! Onları yok etmek için bir süre tayin etmiştik. ( 60 ) Ve iz kâle mûsâ li fetâhu lâ eberahu hattâ ebeluga mecmeal bahrayni ev emdiye hukubâ. ( 60 )   Musa, genç arkadaşına: "Ben iki denizin birleştiği yere ulaşmağa, yahut yıllarca yürümeye kararlıyım" demişti. ( 61 ) Fe lemmâ belega meceme beynihimâ nesiyâ hûtehumâ fettehaze sebîlehu fîl bahri serabâ. ( 61 )   İkisi, iki denizin birleştiği yere ulaşınca, balıklarını unutmuşlardı, balık bir delikten kayıp denizi boyladı.
  • ( 62 ) Fe lemmâ câvezâ kâle li fetâhu âtinâ gadâenâ lekade lekînâ min seferinâ hâzâ nasabâ. ( 62 )   Oradan uzaklaştıklarında Musa, yanındaki gence: "Azığımızı çıkar, and olsun bu yolculuğumuzda yorgun düştük" dedi. ( 63 ) Kâle e raeyte iz eveynâ ilâs sahrati fe innî nesîtul hûta, ve mâ ensânîhu illâş şeytânu en ezkureh, vettehaze sebîlehu fîl bahri acebâ. ( 63 )   O da: "Bak sen! Kayalığa vardığımızda balığı unutmuştum. Bana onu hatırlamamı unutturan ancak şeytandır. Balık şaşılacak şekilde denizde yolunu tutup gitmiş" dedi. ( 64 ) Kâle zâlike mâ kunnâ nebg ferteddâ alâ âsârihimâ kasasâ. ( 64 )   Musa: "İstediğimiz zaten buydu" dedi. Hemen geldikleri yoldan izleri üzerinde geri döndüler. ( 65 ) Fe vecedâ abeden min ibâdinâ âteynâhu rahmeten min indinâ ve allemnâhu mil ledunnâ ilmâ. ( 65 )   Bu arada ikisi katımızdan kendisine bir rahmet verdiğimiz ve kendisine ilim öğrettiğimiz kullarımızdan birini buldular. ( 66 ) Kâle lehu mûsâ hel ettebiuke alâ en tuallimeni mimmâ ullimte ruşdâ. ( 66 )   Musa ona: "Sana öğretileni bana hayra götüren bir bilgi olarak öğretmen için peşinden gelebilir miyim?" dedi. ( 67 ) Kâle inneke len testetîa maiye sabarâ. ( 67 )   O: "Sen doğrusu benim yaptıklarıma dayanamazsın, bilgice kavrayamadığın bir şeye nasıl dayanabilirsin?" dedi. ( 68 ) Ve keyfe tesbiru alâ mâ lem tuhit bihî huberâ. ( 68 )   Musa: "İnşallah sabrettiğimi göreceksin, sana hiçbir işte baş kaldırmayacağım" dedi. ( 69 ) Kâle se tecidunî inşâallahu sâbiran ve lâ a’sî leke emrâ. ( 69 )   (Musa A.S): “İnşaallah (Allah dilerse), beni sabırlı bulacaksın. Ve sana emirlerde asi olmayacağım.” dedi. ( 70 ) Kâle fe initteba’tenî fe lâ tes’elnî an şey’in hattâ uhdise leke minhu zikrâ. ( 70 )   (Hızır A.S): “Bana tâbî olduğun taktirde, sana anlatmadığım konularda (anlatmadıkça) bana bir şey sorma.” dedi. ( 71 ) Fentalakâ, hattâ izâ rakibâ fîs sefîneti harakahâ kâle e haraktehâ li tugrika ehlehâ, lekade ci’te şey’en imrâ. ( 71 )   Bunun üzerine kalkıp gittiler; sonunda bir gemiye bindiklerinde, o gemiyi deliverdi; Musa: "Gemiyi içindekileri boğmak için mi deldin? Doğrusu şaşılacak bir şey yaptın" dedi. ( 72 ) Kâle e lem ekul inneke len testetîa maiye saberâ. ( 72 )   Musa'ya: "Ben sana yaptığım işlere dayanamazsın demedim mi?" dedi. ( 73 ) Kâle lâ tuâhiznî bimâ nesîtu ve lâ turhiknî min emrî usrâ. ( 73 )   Musa: "Unuttuğum için bana çıkışma, gücümün yetmediği şeyden beni sorumlu tutma" dedi. ( 74 ) Fentalekâ, hattâ izâ lekiyâ gulâmen fe katelehu kâle e katelte nefsen zekiyyeten bi gayri nefsin, lekade ci’te şey’en nukrâ. ( 74 )   Yine gittiler; sonunda bir erkek çocuğa rastladılar, o hemen onu öldürdü. Musa: "Bir cana karşılık olmaksızın masum bir cana mı kıydın? Doğrusu pek kötü bir şey yaptın" dedi.
  • ( 75 ) Kâle e lem ekul leke inneke len testetîa maiye sabarâ. ( 75 )   O: "Ben sana, yaptığım işlere dayanamazsın demedim mi?" dedi. ( 76 ) Kâle in seeltuke an şey’in ba’dehâ fe lâ tusâhibenî, kade belagte min ledunnî uzrâ. ( 76 )   Musa: "Bundan sonra sana bir şey sorarsam bana arkadaş olma, o zaman benim tarafımdan mazur sayılırsın" dedi. ( 77 ) Fentalekâ, hattâ izâ eteyâ ehle karyetinistat’amâ ehlehâ fe ebev ey yudayyifûhumâ fe vecedâ fîhâ cidâray yurîdu en yenkadda fe ekâmehu, kâle lev şi’te lettehazte aleyhi ecerâ. ( 77 )   Yine yola koyuldular; sonunda vardıkları bir kasaba halkından yiyecek istediler. Kasaba halkı, bu ikisini misafir etmek istemedi. İkisi, şehrin içinde yıkılmağa yüz tutan bir duvar gördüler, Musa'nın arkadaşı onu doğrultuverdi; Musa: "Dileseydin buna karşı bir ücret alabilirdin" dedi. ( 78 ) Kâle hâzâ firâku beynî ve beynik, se unebbiuke bi te’vîli mâ lem testeti’ aleyhi sabarâ. ( 78 )   O şöyle söyledi: "İşte bu, seninle benim ayrılmamızı gerektiriyor; dayanamadığın işlerin yorumunu sana anlatacağım" ( 79 ) Emmâs sefînetu fe kânet li mesâkîne ya’melûne fîl bahri fe eradtu en eîbehâ ve kâne verâehum melikuy ye’huzu kulle sefînetin gasbâ. ( 79 )   "Gemi, denizde çalışan birkaç yoksula aitti; onu kusurlu kılmak istedim, çünkü peşlerinde her sağlam gemiye zorla el koyan bir hükümdar vardı." ( 80 ) Ve emmâl gulâmu fe kâne ebevâhu muk’mineyni fe haşînâ en yurhikahumâ tugyânen ve kufrâ. ( 80 )   "Oğlana gelince; onun ana babası inanmış kimselerdi. Çocuğun onları azdırmasından ve inkara sürüklemesinden korkmuştuk. ( 81 ) Fe eradanâ en yubedilehumâ rabbuhumâ hayran minhu zekâten ve akrabe ruhmâ. ( 81 )   Rablerinin o çocuktan daha temiz ve onlara daha çok merhamet eden birini vermesini istedik." ( 82 ) Ve emmâl cidâru fe kâne li gulâmeyni yetîmeyni fîl medîneti ve kâne tahtehu kenzun lehumâ ve kâne ebûhumâ sâlihan, fe erâde rabbuke ey yebelugâ eşuddehumâ ve yestahricâ kenzehumâ rahmeten mir rabbik ve mâ fealtuhu an emrî, zâlike te’vîlu mâ lem testi’ aleyhi saberâ. ( 82 )   "Duvar ise, şehirde iki yetim erkek çocuğa aitti. Duvarın altında onların bir hazinesi vardı; babaları da iyi bir kimseydi. Rabbin onların erginlik çağına ulaşmasını ve Rabbinden bir rahmet olarak hazinelerini çıkarmalarını istedi. Ben bunları kendiliğimden yapmadım. İşte dayanamadığın işlerin içyüzleri budur." ( 83 ) Ve yes’elûneke an zîl karneyn, kul se etlû aleykum minhu zikrâ. ( 83 )   Sana Zülkarneyn'i sorarlar, "Onu size anlatacağım" de.
  • ( 84 ) İnnâ mekkennâ lehu fîl ardi ve âteynâhu min kulli şey’in sebebâ. ( 84 )   Doğrusu biz onu yeryüzüne yerleştirmiş ve her şeyin yolunu ona öğretmiştik. ( 85 ) Fe etbea sebebâ. ( 85 )   O da bir yol tuttu. ( 86 ) Hattâ izâ belega magribeş şemsi vecedehâ tagrubu fî aynin hamietin ve vecede indehâ kavme, kulnâ yâ zel karneyni immâ en tuazzibe ve immâ en tettehize fîhim husnâ. ( 86 )   Sonunda güneşin battığı yere ulaşınca onu, kara balçıklı bir suda batıyor gördü. Orada bir millete rastladı. "Zülkarneyn! Onlara azap da edebilirsin, iyi muamelede de bulunabilirsin" dedik. ( 87 ) Kâle emmâ men zaleme fe sevfe nuazzibuhu summe yuraddu ilâ rabbihî fe yuazzibuhu azâben nukrâ. ( 87 )   "Haksızlık yapana azap edeceğiz, sonra Rabbine döndürülür, onu görülmemiş bir azaba uğratır; ama inanıp yararlı iş işleyene, mükafat olarak güzel şeyler vardır, ona buyruğumuzdan kolay olanı söyleriz" dedi. ( 88 ) Ve emmâ men âmene ve amile sâlihan fe lehu cezâenil husnâ ve se nekûlu lehu min emrinâ yusrâ. ( 88 )   "Haksızlık yapana azap edeceğiz, sonra Rabbine döndürülür, onu görülmemiş bir azaba uğratır; ama inanıp yararlı iş işleyene, mükafat olarak güzel şeyler vardır, ona buyruğumuzdan kolay olanı söyleriz" dedi. ( 89 ) Summe etbea sebebâ. ( 89 )   Sonra yine bir yol tuttu. ( 90 ) Hattâ izâ belega mateliaş şemsi vecedehâ tatluu alâ kavmin lem nece’al lehum min dûnihâ sitrâ. ( 90 )   Sonunda güneşin doğduğu yere ulaşınca, güneşi, kendilerini elbise, bina gibi şeylerle örtmediğimiz bir millet üzerine doğuyor buldu. ( 91 ) Kezâlike, ve kade ehatnâ bimâ ledeyhi huberâ. ( 91 )   İşte bunun gibi, onun yaptıklarının hepsini baştanbaşa biliyorduk. ( 92 ) Summe etbea sebebâ. ( 92 )   Sonra yine bir yol tuttu. ( 93 ) Hattâ izâ belega beynes seddeyni vecede min dûnihimâ kavmen lâ yekâdûne yefkahûne kavlâ. ( 93 )   Sonunda, iki dağın arasına varınca, orada nerdeyse hiç laf anlamayan bir millete rastladı. ( 94 ) Kâlû yâ zel karneyni inne ye’cûce ve me’cûce mufsidûne fîl ardi fe hel nece’alu leke harcen alâ en tece’ale beynenâ ve beynehum seddâ. ( 94 )   Dediler ki: Zülkarneyn! Doğrusu Yecüc ve Mecüc bu ülkede bozgunculuk yapıyorlar. Bizimle onların arasına bir sed yapman için sana bir vergi verelim mi? ( 95 ) Kâle mâ mekkennî fîhi rabbî hayrun fe eînûnî bi kuvvetin ece’al beynekum ve beynehum rademâ. ( 95 )   (Zülkarneyn): “Bu konuda Rabbimin beni kuvvetlendirdiği (desteklediği) şeyler daha hayırlıdır. Şimdi (siz) bana kuvvet ile yardım edin. Onlarla sizin aranıza çok sağlam bir engel yapayım.” dedi. ( 96 ) Atûnî zuberal hadîde, hattâ izâ sâvâ beynes sadafeyni kâlenfuhû, hattâ izâ cealehu nâran kâle âtûnî ufrig aleyhi kitarâ. ( 96 )   “Bana demir parçaları getirin. İki dağın arası aynı seviye olunca üfleyin (körükleyin).” dedi. Onu ateş haline koyunca, “Bana erimiş bakır getirin, onun üzerine dökeceğim.” dedi. ( 97 ) Femâstâû ey yazherûhu ve mâstetâû lehu nakubâ. ( 97 )   Artık Yecüc ve Mecüc onu ne aşabildiler ve ne de delip geçebildiler.
  • ( 98 ) Kâle hâzâ rahmetun min rabbî, fe izâ câe va’du rabbî cealehu dekkâe, ve kâne va’du rabbî hakkâ. ( 98 )   Zülkarneyn: "İşte bu, Rabbimin bir rahmetidir. Rabbimin tayin ettiği zaman gelince onu yerle bir eder; Rabbimin verdiği söz gerçektir" dedi. ( 99 ) Ve teraknâ ba’dahum yevme izin yemûcu fî ba’d ve nufiha fîs sûri fe cema’nâhum cem’â. ( 99 )   Biz o gün onları bırakırız, dalgalar halinde birbirlerine girerler. Sura üflenince hepsini bir araya toplarız. ( 100 ) Ve aradnâ cehenneme yevme izin lil kâfirîne ardâ. ( 100 )   Ve izin günü cehennemi, kâfirlere çok şiddetli birarz edişle, arz ettik (gösterdik). ( 101 ) Ellezîne kânet a’yunuhum fî gitâin an zikrî ve kânû lâ yestetîûne sem’â. ( 101 )   Onlar, gözleri “Beni zikretmekten” perdeli olanlardır. Ve onlar, (Beni) işitmeye muktedir olamadılar. ( 102 ) E fe hasibellezîne keferû ey yettehizû ibâdî min dûnî evliyâ, innâ a’tedenâ cehenneme lil kâfirîne nuzulâ. ( 102 )   İnkar edenler, Beni bırakıp da kullarımı dost edinmelerini yeterli mi sandılar? Doğrusu biz cehennemi inkarcılara konak olarak hazırladık. ( 103 ) Kul hel nunebbiukum bil ahserîne a’mâlâ. ( 103 )   "Size, amelce en çok kayıpta bulunanları haber verelim mi?" de. ( 104 ) Ellezîne dalle sa’yuhum fîl hayâtid dunyâ ve hum yahsebûne ennehum yuhsinûne sun’â. ( 104 )   Dünya hayatında, çalışmaları boşa gitmiştir, oysa onlar güzel iş yaptıklarını sanıyorlardı. ( 105 ) Ulâikellezîne keferû bi âyâti rabbihim ve likâihî fe habitat a’mâluhum fe lâ nukîmu lehum yevmel kiyameti veznâ. ( 105 )   Bunlar, Rablerinin ayetlerini ve O'na kavuşmayı inkar edenlerdir. Bu yüzden işleri boşa gitmiştir. Kıyamet günü Biz onlara değer vermeyeceğiz. ( 106 ) Zâlike cezâuhum cehennemu bimâ keferû vettehazû âyâtî ve rusulî huzuvâ. ( 106 )   İşte onların cezası; inkarlarına, peygamberlerimi ve ayetlerimi alaya almalarına karşılık olarak, cehennemdir. ( 107 ) İnnellezîne âmenû ve amilûs sâlihâti kânet lehum cennâtul firdevsi nuzulâ. ( 107 )   Ama inanıp yararlı iş işleyenlerin konakları Firdevs cennetleridir. ( 108 ) Hâlidîne fîhâ lâ yebegûne anhâ hivelâ. ( 108 )   Orada temelli kalırlar, başka bir yere gitmek istemezler. ( 109 ) Kul lev kânel bahru midâden li kelimâti rabbî le nefidel bahru kabele en tenfede kelimâtu rabbî ve lev ci’nâ bi mislihî mededâ. ( 109 )   De ki: "Rabbimin sözlerini yazmak için denizler mürekkep olsa ve bir o kadarını da katsak, Rabbimin sözleri tükenmeden denizler tükenirdi." ( 110 ) Kul innemâ ene beşerun mislukum yûhâ ileyye ennemâ ilâhukum ilâhun vâhide, fe men kâne yercû likâe rabbihî felya’mel amelen sâlihan ve lâ yuşrik bi ibâdeti rabbihî ehadâ. ( 110 )   De ki: "Ben de ancak sizin gibi bir insanım; ancak bana tanrınızın tek bir Tanrı olduğu vahyolunuyor. Rabbine kavuşmayı uman kimse yararlı iş işleşin ve Rabbine kullukta hiç ortak koşmasın."

Âyetleri daha iyi anlamak için ehl-i sünnet hocalarımızın tefsirini okumanız tavsiye edilir.