İ S L Â M ( الإسلام )


Sözlükte “kurtuluşa ermek, boyun eğmek, teslim olmak; teslim etmek, vermek; barış yapmak” anlamlarındaki silm (selm) kökünden türemiş olan İslâm’ın etimolojisini yapan ilk âlimlerden İbn Kuteybe kelimeyi “boyun eğmek ve iradî olarak uymak suretiyle barış ortamına girmek”, İbn Manzûr da “boyun eğmek (inkıyâd) ve itaat etmek” şeklinde açıklamıştır. Sonraki kaynaklarda genellikle bu açıklamalar tekrar edilmiş, “sulh ve selâmet gayesiyle boyun eğmek, tâbi ve teslim olmak” mânaları öne çıkarılmıştır. İslâm’ın sözlük anlamındaki inkıyâd ve itaat her ne kadar mutlak ise de kelimenin örfteki kullanımı sadece “doğruya ve hakka uyma” mânası taşır. Yanlışa ve kötüye boyun eğme şeklinde bir teslimiyet İslâm’a aykırıdır ve isyan olarak nitelendirilir.

Kur’ân-ı Kerîm’de İslâm kelimesi sekiz yerde geçmekte, ayrıca çok sayıda âyette aynı kökten fiil ve isimler bulunmaktadır (bk. M. F. Abdülbâkī, el-Muʿcem, “slm” md.). Fiil halinde geçtiğinde daha çok “Allah’a yönelmek” ( 2. Bakara Sûresi Âyet 112 ** 31. Lokmân Sûresi Âyet 22), “O’na teslim olmak” (2. Bakara Sûresi Âyet 131 ** 40. Mü'min ( Ğâfîr ) Sûresi Âyet 66), “tevhid inancına sahip bulunmak” (21. Enbiyâ Sûresi Âyet 108), “Allah’a teslimiyetin gereğini yapmak” (9. Zümer Sûresi Âyet 54) mânalarında kullanılmıştır. Kur’an’da İslâm, Allah katındaki hak dinin karşılığı ve özel adı olarak belirlenmiş, ondan başka hiçbir dinin Allah tarafından kabul edilmeyeceği vurgulanmıştır (3. Âl-i İmrân Sûresi - Âyet 19 ve 85. Ayrıca müslümanlara din olarak İslâm’ın uygun görülmesi, hidayete erme yönünde Allah’ın yardım ve desteğinin en üst düzeyi şeklinde nitelendirilmiştir (5. Mâide Sûresi - Âyet 3. Gerçek ve dosdoğru din anlamındaki “dîn-i kayyim, sırât-ı müstakîm” gibi Kur’ânî terkipler, İslâm’a tekabül eden aslî dini tanıtma amacını taşırken Hz. İbrâhim için “hanîf” ve “müslim” vasıflarının yan yana ve eş anlamlı kullanılması da (3. Âl-i İmrân Sûresi - Âyet 67) İslâm’ın saf tevhid inancının ve hak dinin devamı olduğunu göstermektedir.

İslam dini; Yüce Allah’ın son Peygamber Hz. Muhammed’e (s.a.v) vahiy yoluyla bildirerek tüm insanlara ulaştırdığı şeylerin tümünü kabul ederek onları yaşamak, sözleri ve işleriyle onları kabul ettiğini göstermek, Allah’a ve Rasulüne itaat etmek için gönderdiği en son ve en mükemmel dindir. İslam’ın gelmesiyle, diğer dinlerin hükmü sona ermiştir. İslam dinini kabul eden kimseye ‘Müslüman’ denir. Hz Muhammed'e (s.a.v) gönderilen son dinin adı İslam olduğu gibi, önceki peygamberlere de gönderilen dinler de aslında İslam'dır. Nitekim"Hiç şüphesiz din, Allah katında İslam'dır." (3. Âl-i İmrân Sûresi - Âyet 19 : İnned dîne indâllâhil islâm, ve mâhtelefellezîne ûtûl kitâbe illâ min ba’di mâ câehumul ilmu bagyen beynehum, ve men yekfur bi âyâtillâhi fe innallâhe serîul hısâb. - Allah katında din, şüphesiz İslam'dır. Ancak, Kitap verilenler, kendilerine ilim geldikten sonra, aralarındaki ihtiras yüzünden ayrılığa düştüler. Allah'ın ayetlerini kim inkar ederse bilsin ki, Allah hesabı çabuk görür. ) ayeti de bunu açıkça ortaya koymaktadır.

İşte bu iki husûsun bağrında yaşanan İslâm, düşünce, yaşayış ve davranışlarımızın ilâhî nizâmını sağlayan muvâzeneli güzellikler zinciridir. Akıl, kulak, göz, dil ve gönül arasında ulvî rabıtalar kurarak Allâh’a uzanan bir yoldur. Ondaki yüce ve sırlı incelikler, bir rahmet olarak taşa dahî damlasa, onu topraktan daha yumuşak bir gönül hâline getirir. Ancak ondan uzak gönüllerse, gaflet çöllerinde kuruya kuruya taş kesilmiş demektir. Bu hâlden kurtuluş da, yine İslâm iledir.

İslâm, fikrî, kavlî ve fiilî bakımdan insanı en güzel şekilde yoğurup kemâle erdiren ve karanlıklardan nûra çıkaran seâdet fecridir. Yâni o, alçakta olanları yükseltip zirveleştiren bir müessirdir. Bir toprak gibidir ki, kendisine teslîm olan nice çürük dal ve budak parçalarından, hattâ teressübattan dahî gözleri ve gönülleri okşayan nâdîde güller, menekşeler, lâleler ve zambaklar yetiştirir. Basit ve sıradan kulları mümtaz hâle getirir. Hilkatleri aslî hâllerine çevirerek güzelleştirir. İnsan ve kâinatın sırlarının sermâyesi odur. Bu bakımdan o, ebediyyet yolculuğunda kulları hüsrâna düşürmeden ilâhî nîmetler meşheri olan cennete sevkedici yegâne sırât-ı müstakîmdir, bir nîmet-i ebedîdir.


3. Âl-i İmrân Sûresi ( سُورَةُ اٰلِ عِمْرٰنَ ) Surah Aal-Imran    Âyet : 19

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
إِنَّ الدِّينَ عِندَ اللّهِ الإِسْلاَمُ وَمَا اخْتَلَفَ الَّذِينَ أُوْتُواْ الْكِتَابَ إِلاَّ مِن بَعْدِ مَا جَاءهُمُ الْعِلْمُ بَغْيًا بَيْنَهُمْ وَمَن يَكْفُرْ بِآيَاتِ اللّهِ فَإِنَّ اللّهِ سَرِيعُ الْحِسَابِ

Bismillâhir rahmânir rahîm.
İnned dîne indâllâhil islâm, ve mâhtelefellezîne ûtûl kitâbe illâ min ba’di mâ câehumul ilmu bagyen beynehum, ve men yekfur bi âyâtillâhi fe innallâhe serîul hısâb.


Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla.
Allah'ım indirdiğin ve inenin ( Kur’ân-ı Kerim ) hakkı için. Allah'ım benim ona rağbetimi arttır. Gözüme nur, göğsüme şifa kıl. Allah'ım dilimi onunla müzeyyen, yüzümü onunla güzel, bedenimi onunla güçlü kıl. Okumasını gece ve gündüz nasip eyle. Peygamberlerimiz ve ashabı güzin ile birlikte beni haşreyle