- 
                        
                             
 
	43. Zuhruf Sûresi ( سُورَةُ الزُّخْرُفِ ) Surah Az-Zukhruf	
 
 Bismillâhir rahmânir rahîm
 Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla
 
 ( 1 ) Hâ mim.	
	( 1 )   Ha, Mim,	
		
	( 2 ) Vel kitâbil mubîn.	
	( 2 )   Kitab-ı Mübin (Apaçık Kitap)’e andolsun ki!	
		
	( 3 ) İnnâ cealnâhu kur’ânen arabiyyen leallekum ta’kilûn	
	( 3 )   Muhakkak ki Biz, O’nu Arapça Kur’ân kıldık. Umulur ki böylece akıl edersiniz.	
		
	( 4 ) Ve innehu fî ummil kitâbi ledeynâ le alîyyun hakîm	
	( 4 )   Şüphesiz o, Bizim katımızda Ana Kitap'ta mevcut, yüce ve hikmet dolu bir Kitap'dır.	
		
	( 5 ) E fe nadribu ankumuz zikra safhan en kuntum kavmen musrifîn	
	( 5 )   Ey inkarcılar! Aşırı giden kimselersiniz diye sizi Kuran'la uyarmaktan vaz mı geçelim?	
		
	( 6 ) Ve kem erselna min nebîyin fîl evvelîn	
	( 6 )   Öncekilere nice peygamberler göndermişizdir.	
		
	( 7 ) Ve mâ ye’tîhim min nebîyin illâ kânû bihî yestehziûn	
	( 7 )   Kendilerine gelen her peygamberi onlar mutlaka alaya alırlardı.	
		
	( 8 ) Fe ehleknâ eşedde minhum bataşen ve madâ meselul evvelîn	
	( 8 )   Bunun için Biz de, bunlardan daha kuvvetli olanları yok etmişizdir. Öncekilere dair nice misaller geçmiştir.	
		
	( 9 ) Ve le in seeltehum men halakas semâvâti vel arda le yekûlunne halakahunnel azîzul alîm	
	( 9 )   And olsun ki onlara: "Gökleri ve yeri kim yarattı?" diye sorsan, "Onları güçlü olan, her şeyi bilen yaratmıştır" derler.	
		
	( 10 ) Ellezî cealekumul arda mehden ve cealelekum fîhâ subulen leallekum tehtedûn	
	( 10 )   O, size yeri beşik kılmış ve orada, doğru gidesiniz diye yollar var etmiştir.
 
- 
                        
                             
 
	( 11 ) Vellezî nezzele mines semâi mâen bi kaderin, fe enşernâ bihî beldeten meyte, kezâlike tuhracûn	
	( 11 )   O, suyu gökten bir ölçüye göre indirir. Biz onunla ölü memleketi diriltiriz. İşte siz de böyle diriltileceksiniz.	
		
	( 12 ) Vellezî halakal ezvâce kullehâ ve ceale lekum minel fulki vel enâmi mâ terkebûn	
	( 12 )   Onların (bitkilerin) hepsinden çiftler (dişi ve erkek olarak) yaratan O’dur. Sizin için gemilerden ve hayvanlardan bineceğiniz şeyler kıldı.	
		
	( 13 ) Li testevû alâ zuhûrihî summe tezkurû ni’mete rabbikum izâsteveytum aleyhi, ve tekûlû subehânellezî sahhara lenâ hâzâ ve mâ kunnâ lehu mukarinîn	
	( 13 )   Onların sırtlarına yerleşmeniz için. Sonra onun üzerine yerleştiğiniz zaman Rabbinizin ni’metini zikredin! Ve: “Bunu bize musahhar (emrimize amade) kılan (Allah) Sübhan’dır. Ve biz, O’na (kendimiz) güç yetiremezdik.” deyin!	
		
	( 14 ) Ve innâ ilâ rabbinâ le munkalibûn	
	( 14 )   Muhakkak ki biz, Rabbimize mutlaka dönecek olanlarız.	
		
	( 15 ) Ve cealû lehu min ibâdihî cuz’â, innel insâne le kefûrun mubîn	
	( 15 )   Ama inkarcılar O'na çocuk isnat ettiler. İnsan gerçekten apaçık nankördür.	
		
	( 16 ) Emittehaze mimmâ yahluku benâtin ve asfâkum bil benîn	
	( 16 )   Demek O yarattıkları arasından kızları kendisine alıp da oğulları size verdi öyle mi?	
		
	( 17 ) Ve izâ buşşira ehaduhum bi mâ darabe lir rahmâni meselen zalle vecehuhu musvedden ve huve kezîm	
	( 17 )   Ama Rahman olan Allah'a isnat ettiği kız evlat kendilerinden birine müjdelenince, o kimsenin içi gayzla dolarak yüzü simsiyah kesilir.	
		
	( 18 ) E ve mey yuneşşeu fîl hilyeti ve huve fîl hisâmi gayru mubîn	
	( 18 )   Demek, süs içinde yetiştirilecek de çekişmeyi beceremeyecek olanı Allah'a değil mi?	
		
	( 19 ) Ve cealûl melâiketellezîne hum ibâdur rahmâni inâsâ, e şehidû halkahum, se tuktebu şehâdetuhum ve yus’elûn	
	( 19 )   Onlar, Rahman olan Allah'ın kulları melekleri de dişi saydılar. Yaratılışlarını mı görmüşler? Onların bu şahidlikleri yazılacak ve sorguya çekileceklerdir.	
		
	( 20 ) Ve kâlû lev şâer rahmânu mâ abedenâhum, mâ lehum bi zâlike min ilm in hum illâ yahrusûn	
	( 20 )   "Eğer Rahman dilemiş olsaydı, biz bunlara kulluk etmezdik" derler. Buna dair bir bilgileri yoktur; onlar sadece vehimde bulunuyorlar.	
		
	( 21 ) Em âteynâhum kitâben min kabelihî fe hum bihî mustemsikûn	
	( 21 )   Yoksa onlara daha önce bir kitap verdik de ona mı bağlanıyorlar?	
		
	( 22 ) Bel kâlû innâ vecedenâ âbâenâ alâ ummetin ve innâ alâ âsârihim muhtedûn	
	( 22 )   Hayır; "Doğrusu Biz babalarımızı bir din üzerinde bulduk, biz de onların izlerinden gitmekteyiz" derler.	
                        
                         
- 
                        
                             
 
	( 23 ) Ve kezâlike mâ erselnâ min kabelike fî karyetin min nezîrin illâ kâle mutrafûgâ innâ vecedenâ âbâenâ alâ ummetin ve innâ alâ âsârihim mukutedûn	
	( 23 )   Senden önce, herhangi bir şehre gönderdiğimiz uyarıcıya, şımarık varlıklıları sadece: "Doğrusu babalarımızı bir din üzerinde bulduk, biz de onların izlerini izlemekteyiz" dediler.	
		
	( 24 ) Kâle e ve lev ci’tukum bi ehdâ mimmâ vecedtum aleyhi âbâekum, kâlû innâ bi mâ urusiltum bihî kâfirûn	
	( 24 )   Gönderilen uyarıcı: "Eğer size, babalarınızı üzerinde bulduğunuz dinden daha doğrusunu getirmiş isem de mi bana uymazsınız?" dedi. Onlar: "Doğrusu sizinle gönderilen şeyi inkar ediyoruz" dediler.	
		
	( 25 ) Fentekamnâ minhum fanzur keyfe kâne âkibetul mukezzibîn	
	( 25 )   Bunun üzerine Biz de onlardan öç aldık. Yalancıların sonunun nasıl olduğuna bir bak!	
		
	( 26 ) Ve iz kâle ibrâhîmu li ebîhi ve kavmihî innenî berâun mimmâ ta’budûn	
	( 26 )   Ve Hz. İbrâhîm, babasına ve kavmine: “Muhakkak ki ben, sizin taptığınız şeylerden uzağım.” demişti.	
		
	( 27 ) İllâllezî fataranî fe innehu se yehdîn.	
	( 27 )   Ancak beni yaratan hariç. Çünkü muhakkak ki O, beni hidayete erdirecektir.	
		
	( 28 ) Ve cealehâ kelimeten bâkiyeten fî akibihî leallehum yerciûn	
	( 28 )   İbrahim ardından geleceklere bu sözü, devamlı kalacak bir miras olarak bıraktı. Artık belki doğru yola dönerler.	
		
	( 29 ) Bel metta’tu hâulâi ve âbâehum hattâ câehumul hakku ve resûlun mubîn	
	( 29 )   Hayır; Ben bunları ve babalarını gerçek ve onu açıklayan bir peygamber gelene kadar geçindirdim.	
		
	( 30 ) Ve lemmâ câe humul hakku kâlû hâzâ sihrun ve innâ bihî kâfirûn	
	( 30 )   Gerçek kendilerine geldiği zaman: "Bu bir büyüdür. Doğrusu biz onu inkar ediyoruz" dediler.	
		
	( 31 ) Ve kâlû lev lâ nuzzile hâzâl kur’ânu alâ raculin minel karyeteyni azîm	
	( 31 )   "Bu Kuran, iki şehrin birinden bir büyük adama indirilmeli değil miydi?" dediler.	
		
	( 32 ) E hum yakasimûne rahmete rabbik, nahnu kasemnâ beynehum maîşetehum fîl hayâtid dunyâ ve rafa’nâ ba’dahum fevka ba’din deracâtin li yettehize ba’duhum ba’dan suhriyyâ, ve rahmetu rabbike hayrun mimmâ yecemaûn	
	( 32 )   Rabbinin rahmetini onlar mı taksim edip paylaştırıyorlar? Dünya hayatında onların geçimliklerini aralarında Biz taksim ettik; birbirlerine iş gördürmeleri için kimini kimine derecelerle üstün kıldık; Rabbinin rahmeti, onların biriktirdikleri şeylerden daha iyidir.	
		
	( 33 ) Ve lev lâ ey yekûnen nâsu ummeten vâhideten le cealnâ limey yekfuru bir rahmâni li buyûtihim sukufen min fiddatin ve meârice aleyhâ yazherûn.	
	( 33 )   Eğer insanlar tek bir ümmet haline gelecek olmasaydı, Rahmân’ı inkâr edenlerin evlerine mutlaka gümüşten tavanlar ve üzerinde yükseldikleri merdivenler yapardık.	
                        
                         
- 
                        
                             
 
	( 34 ) Ve li buyûtihim ebevâben ve sururan aleyhâ yettekiûn	
	( 34 )   Ve onların evlerine kapılar ve de üzerine yaslandıkları koltuklar (onları da gümüşten yapardık).	
		
	( 35 ) Ve zuhrufe, ve in kullu zâlike lemmâ metâul hayâtid dunyâ, vel âhiratu inde rabbike lil muttakîn	
	( 35 )   Ve (üstlerine) süsler (mücevherler yapardık). Ve bunların hepsi sadece dünya hayatının meta’ıdır. Ve ahiret ise Rabbinin katındadır ve takva sahiplerinindir.	
		
	( 36 ) Ve mey ya’şu an zikrir rahmâni nukayyid lehu şeytânen fe huve lehu karîn	
	( 36 )   Rahman olan Allah'ı anmayı görmezlikten gelene, yanından ayrılmayacak bir şeytanı arkadaş veririz.	
		
	( 37 ) Ve innehum le yasuddûnehum anis sebîli ve yahsebûne ennehum muhtedûn	
	( 37 )   Şüphesiz onlar bunları yoldan alıkorlar, bunlar da doğru yola eriştiklerini sanırlar.	
		
	( 38 ) Hattâ izâ câenâ kâle yâ leyte beynî ve beyneke bu’del meşrikayni fe bi’sel karîn	
	( 38 )   O (onlardan biri), sonunda (kıyâmet günü) bize geldiği zaman: “Keşke benimle senin aran, iki doğu kadar uzak olsaydı.” dedi (der). İşte bu kötü bir yakınlık.	
		
	( 39 ) Ve ley yenfeakumul yevme iz zalemtum ennekum fîl azâbi muşterikûn	
	( 39 )   Bugün size asla (hiçbir şey) fayda vermez. Siz zulmetmiştiniz. Muhakkak ki azapta ortaksınız.	
		
	( 40 ) E fe ente tusmius summe ev tehdîl umye ve men kâne fî dalâlin mubîn	
	( 40 )   Sağırlara sen mi duyuracaksın? Yoksa körleri ve apaçık sapıklıkta olanları doğru yola sen mi eriştireceksin?	
		
	( 41 ) Fe immâ nezhebenne bike fe innâ minhum muntekimûn	
	( 41 )   Fakat seni de aralarından mutlaka gidereceğiz (hayatına son vereceğiz). İşte o zaman mutlaka biz, onlardan intikam alacak olanlarız.	
		
	( 42 ) Ev nuriyennekellezî vaadenâhum fe innâ aleyhim mukatedirûn	
	( 42 )   Ya da onlara vaadettiğimizi (azabı) sana mutlaka göstereceğiz. Çünkü Biz, onların üzerinde mutlaka muktedir olanlarız (gücü yetenleriz).	
		
	( 43 ) Festemsik billezî ûhiye ileyk, inneke alâ sirâtin mustakîm	
	( 43 )   Sana vahyolunana sarıl, sen, şüphesiz doğru yol üzerindesin.	
		
	( 44 ) Ve innehu le zikrul leke ve li kavmik, ve sevfe tus’elûn	
	( 44 )   Doğrusu bu Kuran sana ve ümmetine bir öğüttür, ondan sorumlu tutulacaksınız.	
		
	( 45 ) Ves’el men erselnâ min kabelike min rusulinâ e cealnâ min dûnir rahmâni âlihetey yu’bedûn	
	( 45 )   Senden önce gönderdiğimiz elçilerimizden sor; Biz, Rahman olan Allah'tan başka, kulluk edilecek tanrılar meşru kılmış mıyız?	
		
	( 46 ) Ve lekade erselnâ mûsâ bi âyâtinâ ilâ fir’avne ve melâihî fe kâle innî resûlu rabbil âlemîn	
	( 46 )   And olsun ki Biz Musa'yı mucizelerimizle Firavun'a ve erkanına göndermiştik, "Şüphesiz ben, Alemlerin Rabbinin elçisiyim" demişti.	
		
	( 47 ) Fe lemmâ câehum bi âyâtinâ izâ hum minhâ yadhakûn	
	( 47 )   Onlara mucizelerimizi getirdiği zaman, bunlara gülüvermişlerdi.	
                        
                         
- 
                        
                             
 
	( 48 ) Ve mâ nurîhim min âyetin illâ hiye ekberu min uhtigâ ve ehaznâhum bil azâbi leallehum yerciûn	
	( 48 )   Onlara gösterdiğimiz her mucize diğerinden daha büyüktü; doğru yola dönmeleri için onları azaba uğrattık.	
		
	( 49 ) Ve kâlû yâ eyyuhâs sâhirud’u lenâ rabbeke bimâ ahide indeke innenâ le muhtedûn	
	( 49 )   "Ey Sihirbaz! Sana verdiği ahde göre Rabbine bizim için yalvar da doğru yola erişelim" dediler.	
		
	( 50 ) Fe lemmâ keşefnâ an humul azâbe izâ hum yenkusûn	
	( 50 )   Ama, azabı üzerlerinden kaldırdığımızda hemen sözlerinden döndüler.	
		
	( 51 ) Ve nâdâ fir’avnu fî kavmihî kâle yâ kavmi e leyse lî mulku misra ve hâzihil enhâru tecerî min tahtî, e fe lâ tubesirûn	
	( 51 )   Firavun, milletine şöyle seslendi: "Ey milletim! Mısır hükümdarlığı ve memleketimde akan bu ırmaklar benim değil mi? Görmüyor musunuz?"	
		
	( 52 ) Em ene hayrun min hâzâllezî huve mehînun ve lâ yekâdu yubîn	
	( 52 )   "Yahut, ben zavallı ve nerdeyse konuşamayan bu kimseden daha üstün değil miyim?"	
		
	( 53 ) Fe lev lâ ulkiye aleyhi esviratun min zehebin ev câe meahul melâiketu mukaterinîn	
	( 53 )   "Ona altın bilezikler verilmeli veya yanında ona yardım edecek melekler gelmeli değil mi?"	
		
	( 54 ) Festehaffe kavmehu fe atâûh, innehum kânû kavmen fâsikîn	
	( 54 )   Firavun, milletini küçümsedi ama, onlar kendisine yine de itaat ettiler. Doğrusu onlar yoldan çıkmış bir milletti.	
		
	( 55 ) Fe lemmâ âsefûnântekamnâ minhum fe agraknâhum ecemaîn	
	( 55 )   Böylece Bizi öfkelendirince onlardan öç aldık, hepsini suda boğduk.	
		
	( 56 ) Fe cealnâhum selefen ve meselel lil âhirîn	
	( 56 )   Onları, sonradan gelecek inkarcılara ibret alınacak bir geçmiş kıldık.	
		
	( 57 ) Ve lemmâ duribebenu meryeme meselen izâ kavmuke minhu yasiddûn	
	( 57 )   Meryem oğlu misal verilince, senin milletin buna gülüp geçiverdi.	
		
	( 58 ) Ve kâlû e âlihetunâ hayrun em huv, mâ darabûhu leke illâ cedelâ, bel hum kavmun hasimûn	
	( 58 )   "Bizim tanrımız mı yoksa o mu daha iyidir?" dediler. Sana böyle söylemeleri, sadece, tartışmaya girişmek içindir. Onlar şüphesiz kavgacı bir millettir.	
		
	( 59 ) İn huve illâ abedun en’amnâ aleyhi ve cealnâhu meseley li benî isrâîl	
	( 59 )   Meryemoğlu, ancak kendisine nimet verdiğimiz ve İsrailoğullarına örnek kıldığımız bir kuldur.	
		
	( 60 ) Ve lev neşâu le cealnâ minkum melâiketen fîl ardi yahlufûn	
	( 60 )   Eğer dileseydik, size bedel yeryüzünde sizin yerinizi tutacak melekler var ederdik.	
                        
                         
- 
                        
                             
 
	( 61 ) Ve innehu le ilmun lis sâati, fe lâ temterunne bihâ vettebiûn, hâzâ sirâtun mustakîm	
	( 61 )   O kıyametin kopacağını bildirir; o saatin geleceğinden şüphe etmeyin, Bana uyun, bu doğru yoldur.	
		
	( 62 ) Ve lâ yasuddennekumuş şeytân, innehu lekum aduvvun mubîn	
	( 62 )   Sakın şeytan sizi bu yoldan alıkoymasın; şüphesiz o size apaçık bir düşmandır.	
		
	( 63 ) Ve lemmâ câe îsâ bil beyyinâti kâle kade ci’tukum bil hikmeti ve li ubeyyine lekum ba’dellezî tahtelifûne fîh, fettekûllâhe ve etîûn.	
	( 63 )   İsa, belgeleri getirdiği zaman demişti ki: "Size hikmetle ve ayrılığa düştüğünüz şeylerin bir kısmını açıklamak üzere geldim. Allah'a karşı gelmekten sakının, bana itaat edin."	
		
	( 64 ) İnnallâhe huve rabbî ve rabbukum fa’budûh, hâzâ sirâtun mustakîm	
	( 64 )   "Doğrusu Allah benim de Rabbimdir, sizin de Rabbinizdir, artık O'na kulluk edin, bu, doğru yoldur."	
		
	( 65 ) Fahtelefel ahzâbu min beynihim, fe veylun lillezîne zalemû min azâbi yevmin elîm	
	( 65 )   Ama, aralarında guruplaştılar, ayrılığa düştüler. Kıyamet gününün can yakıcı azabına uğrayacak zalimlerin vay haline!	
		
	( 66 ) Hel yanzurûne illâs sâate en te’tiyehum bagteten ve hum lâ yeş’urûn	
	( 66 )   Onlar farkında değillerken kıyamet gününün kendilerine ansızın gelmesini mi bekliyorlar?	
		
	( 67 ) El ehillâ u yevme izin ba’duhum li ba’dîn aduvvun illâl muttakîn	
	( 67 )   O gün Allah'a karşı gelmekten sakınanlar dışında, dost olanlar birbirine düşman olurlar.	
		
	( 68 ) Yâ ibâdi lâ havfun aleykumul yevme ve lâ entum tahzenûn	
	( 68 )   Allah: "Ey kullarım! Bugün size korku yoktur, siz üzülmeyeceksiniz" der.	
		
	( 69 ) Ellezîne âmenû bi âyâtinâ ve kânû muslimîn	
	( 69 )   Bunlar, ayetlerimize inanmış ve kendilerini Bize vermişlerdir.	
		
	( 70 ) Udhulûl cennete entum ve ezvâcukum tuhberûn 	
	( 70 )   Şöyle denir: "Siz ve eşleriniz, ağırlanmış olarak cennete giriniz."	
		
	( 71 ) Yutâfu aleyhim bi sihâfin min zehebin ve ekvâbe, ve fîhâ mâ teştehîhil enfusu ve telezzul a’yun, ve entum fîhâ hâlidûn	
	( 71 )   Onlar için altın kadeh ve tepsiler dolaştırılır, canlarının istediği ve gözlerinin hoşlandığı her şey oradadır. Siz orada ebedi kalacaksınız.	
		
	( 72 ) Ve tilkel cennetulletî ûristumûhâ bi mâ kuntum ta’melûn	
	( 72 )   İşlediklerinize karşılık, size miras verilen işte bu cennettir.	
		
	( 73 ) Lekum fîhâ fâkihetun kesîratun minhâ te’kulûn	
	( 73 )   Orada sizin için bol yemiş vardır, onlardan yersiniz.	
                        
                         
- 
                        
                             
 
	( 74 ) İnnel mucerimîne fî azâbi cehenneme hâlidûn	
	( 74 )   Doğrusu suçlular, temelli kalacakları cehennemin azabı içindedirler.	
		
	( 75 ) Lâ yufetteru anhum ve hum fîhi mubelisûn	
	( 75 )   Azaba hiç ara verilmez, onlar orada tamamen umutsuzdurlar.	
		
	( 76 ) Ve mâ zalemnâhum ve lâkin kânû humuz zâlimîn	
	( 76 )   Biz onlara zulmetmedik, ama onlar zalim kimselerdi.	
		
	( 77 ) Ve nâdev yâ mâliku li yakidi aleynâ rabbuk, kâle innekum mâkisûn	
	( 77 )   Cehennemde şöyle seslenilir: "Ey Nöbetçi! Rabbin hiç değilse canımızı alsın." Nöbetçi: "Siz böyle kalacaksınız" der.	
		
	( 78 ) Lekade ci’nâkum bil hakki ve lâkinne ekserakum lil hakki kârihûn	
	( 78 )   And olsun ki, size gerçeği getirdik; fakat çoğunuz gerçeği sevmiyorsunuz.	
		
	( 79 ) Em eberamû emran fe innâ muberimûn	
	( 79 )   Yoksa bir işe mi karar verdiler? Doğrusu Biz de kararlıyız.	
		
	( 80 ) Em yahsebûne ennâ lâ nesmeu sirrahum ve necevâhum, belâ ve rusulunâ ledeyhim yektubûn	
	( 80 )   Yoksa, kendilerinin gizli veya açık konuşmalarını duymayız mı sanırlar? Hayır; öyle değil; yanlarındaki elçilerimiz yazmaktadır.	
		
	( 81 ) Kul in kâne lir rahmâni veledun fe ene evvelul âbidîn	
	( 81 )   De ki: "Eğer Rahman olan Allah'ın çocuğu olsa, kulluk edenlerin ilki ben olurdum."	
		
	( 82 ) Subehâne rabbis semâvâti vel ardi rabbil arşi ammâ yasifûn	
	( 82 )   Göklerin ve yerin Rabbi, Arşın Rabbi onların vasıflandırmalarından münezzehtir.	
		
	( 83 ) Fe zerehum yahûdû ve yel’abû hattâ yulâkû yevme humullezî yû’adûn	
	( 83 )   Bırak onları, kendilerine söz verilen güne kavuşana kadar, dalsınlar, oynasınlar.	
		
	( 84 ) Ve huvellezî fîs semâi ilâhun ve fîl ardi ilâh, ve huvel hakîmul alîm	
	( 84 )   Gökte de Tanrı, yerde de Tanrı O'dur. Hakim olan, her şeyi bilen O'dur.	
		
	( 85 ) Ve tebârakellezî lehu mulkus semâvâti vel ardi ve mâ beynehumâ, ve indehu ilmus sâati, ve ileyhi turceûn	
	( 85 )   Göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunanların hükümranlığı kendisinin olan Allah ne yücedir! Kıyamet saatini bilmek O'na aittir. O'na döneceksiniz.	
		
	( 86 ) Ve lâ yemlikullezîne yede’ûne min dûnihiş şefâate illâ men şehide bil hakki ve hum ya’lemûn	
	( 86 )   Allah'ı bırakıp yalvardıkları şeyler, şefaat edemezler. Ancak hakkı bilip ona şahidlik edenler bunun dışındadır.	
		
	( 87 ) Ve le in seeltehum men halakahum le yekûlunnallâh fe ennâ yu’fekûn	
	( 87 )   And olsun ki, onlara kendilerini kimin yarattığını sorsan: "Allah" derler. Öyleyken nasıl da aldatılıp döndürülüyorlar?	
		
	( 88 ) Ve kîlihi yâ rabbi inne hâulâi kavmun lâ yuk’minûn	
	( 88 )   O’nun (Hz. Muhammed (S.A.V)’in): “Ey Rabbim, bunlar gerçekten mü’min olmayan bir kavimdir.” demesine andolsun.	
		
	( 89 ) Fasfah anhum ve kul selâm, fe sevfe ya’lemûn	
	( 89 )   Bundan sonra onlardan vazgeç ve: “Selâm olsun.” de. Artık yakında bilecekler.