-
21. Enbiyâ Sûresi ( سُورَةُ الْاَنْبِيَاءِ ) Surah Al-Anbiyaa
Bismillâhir rahmânir rahîm
Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla
( 1 ) Ikterabe lin nâsi hisâbuhum ve hum fî gafletin mu’ridûn(mu’ridûne).
( 1 ) İnsanların hesap görme zamanı yaklaştı, fakat onlar hala habersiz, hakdan yüz çeviriyorlar.
( 2 ) Mâ ye’tîhim min zikrin min rabbihim muhdesin illâstemeûhu ve hum yel’abûn(yel’abûne).
( 3 ) Lâhiyeten kulûbuhum ve eserrûn necvellezîne zalemû hel hâzâ illâ beşerun mislukum, e fe te’tûnes sihre ve entum tubsırûn(tubsırûne).
( 2 - 3 ) Rablerinden kendilerine gelen her yeni ihtarı mutlaka, gönülleri gaflet içinde eğlenerek dinlerler. Zulmedenler, gizli toplantılarında: "Bu zat, sizin gibi bir insandan başka bir şey midir? Siz, göz göre göre sihre mi uyarsınız?" diye konuşurlar.
( 4 ) Kâle rabbî ya’lemul kavle fîs semâi vel ardı ve huves semîul alîm(alîmu).
( 4 ) Peygamber: "Benim Rabbim gökte ve yerde söyleneni bilir. O, işitendir, bilendir" dedi.
( 5 ) Bel kâlû adgâsu ahlâmin belifterâhu bel huve şâır(şâırun), felye’tinâ bi âyetin kemâ ursilel evvelûn(evvelûne).
( 5 ) Onlar: "Hayır; bunlar karışık rüyalardır", "Hayır; onu uydurmuştur", "Hayır; o şairdir", "Haydi önceki peygamberler gibi o da bize bir mucize getirsin" dediler.
( 6 ) Mâ âmenet kablehum min karyetin ehleknâhâ, e fe hum yu’minûn(yu’minûne).
( 6 ) Onlardan önce yoketmiş olduğumuz kasabalar halkı inanmadılar, bunlar mı inanacaklar?
( 7 ) Ve mâ erselnâ kableke illâ ricâlen nûhî ileyhim fes’elû ehlez zikri in kuntum lâ ta’lemûn(ta’lemûne).
( 7 ) Senden önce de, kendilerine vahyettiğimiz adamlar gönderdik. Bilmiyorsanız kitablılara sorun.
( 8 ) Ve mâ cealnâhum ceseden lâ ye’kulûnet taâme ve mâ kânû hâlidîn(hâlidîne).
( 8 ) Biz onları yemek yemez birer ceset kılmadık ve onlar ölümsüz de değillerdi.
( 9 ) Summe sadaknâhumul va’de fe enceynâhum ve men neşâu ve ehleknâl musrifîn(musrifîne).
( 9 ) Sonra Biz onlara verdiğimiz sözü yerine getirdik, kendilerini ve dilediklerimizi kurtardık; aşırı gidenleri ise yok ettik.
( 10 ) Lekad enzelnâ ileykum kitâben fîhi zikrukum, e fe lâ ta’kılûn(ta’kılûne).
( 10 ) And olsun ki, size şerefiniz ve öğüt veren bir Kitap indirdik; akletmiyor musunuz?
-
( 11 ) Ve kem kasamnâ min karyetin kânet zâlimeten ve enşe’nâ ba’dehâ kavmen âharîn(âharîne).
( 11 ) Halkı zalim olan nice kasabaları kırıp geçirdik ve onlardan sonra başka milletler varettik.
( 12 ) Fe lemmâ ehassû be’senâ izâ hum minhâ yerkudûn(yerkudûne).
( 12 ) Onlar bizim baskınımızı hissettiklerinde, oradan kaçmağa koyuluyorlardı.
( 13 ) Lâ terkudû verciû ilâ mâ utriftum fîhi ve mesâkinikum leallekum tus’elûn(tus’elûne).
( 13 ) "Koşup kaçmayın; size nimet verilen yere, yurdlarınıza dönün, elbette sorguya çekileceksiniz" dedik.
( 14 ) Kâlû yâ veylenâ innâ kunnâ zâlimîn(zâlimîne).
( 14 ) "Vay başımıza gelenlere! Doğrusu biz haksızlık yapmış kimseleriz" dediler.
( 15 ) Fe mâ zâlet tilke da’vâhum hattâ cealnâhum hasîden hâmidîn(hâmidîne).
( 15 ) Biz onları biçilmiş ot ve bir yığın kül haline getirinceye kadar haykırmaları devam etti.
( 16 ) Ve mâ halaknâs semâe vel arda ve mâ beynehumâ lâıbîn(lâıbîne).
( 16 ) Biz gökleri, yeri ve ikisinin arasındakileri oyun olsun diye yaratmadık.
( 17 ) Lev eradnâ en nettehıze lehven lettehaznâhu min ledunnâ in kunnâ fâılîn(fâılîne).
( 17 ) Eğlenme dileseydik, bunu yapacak olsaydık, şanımıza uygun şekilde yapardık; ama yapmayız.
( 18 ) Bel nakzifu bil hakkı alâl bâtıli fe yedmeguhu fe izâ huve zâhikun, ve lekumul veylu mimmâ tasıfûn(tasıfûne).
( 18 ) Gerçeği batılın başına çarparız ve onun beynini parçalar; böylece batıl ortadan kalkar. Allah'a yakıştırdığınız vasıflardan ötürü yazıklar olsun size!
( 19 ) Ve lehu men fîs semâvâti vel ard(ardı), ve men indehu lâ yestekbirûne an ıbâdetihî ve lâ yestahsirûn(yestahsirûne).
( 19 ) Göklerde ve yerde ne varsa O'nundur. Katında olanlar O'na kulluk etmekten çekinmezler ve usanmazlar.
( 20 ) Yusebbihûnel leyle ven nehâre lâ yefturûn(yefturûne).
( 20 ) Gece ve gündüz, bıkmadan tesbih ederler.
( 21 ) Emittehazû âliheten minel ardı hum yunşirûn(yunşirûne).
( 21 ) Yeryüzünde edindikleri tanrılar mı, onlar mı ölüleri diriltecekler?
( 22 ) Lev kâne fîhimâ âlihetun illâllâhu le fesedetâ, fe subhânallâhi rabbil arşi ammâ yasıfûn(yasıfûne).
( 22 ) Eğer yerle gökte Allah'tan başka tanrılar olsaydı, ikisi de bozulurdu. Arşın Rabbi olan Allah, onların vasıflandırdıklarından münezzehtir.
( 23 ) Lâ yus’elu ammâ yef’alu ve hum yus’elûn(yus’elûne).
( 23 ) O, yaptığından sorumlu değildir, onlar ise sorumlu tutulacaklardır.
( 24 ) Emittehazû min dûnihî âliheten, kul hâtû burhânekum, hâzâ zikru men maiye ve zikru men kablî, bel ekseruhum lâ ya’lemûnel hakka fe hum mu’ridûn(mu’ridûne).
( 24 ) O'nu bırakıp tanrılar mı edindiler? De ki: "Kesin delilinizi getirin. İşte benim ve ümmetimin Kitap'ı ve senden öncekilerin kitapları." Hayır; onların çoğu gerçeği bilmez de yüz çevirirler.
-
( 25 ) Ve mâ erselnâ min kablike min resûlin illâ nûhî ileyhi ennehu lâ ilâhe illâ ene fa’budûni.
( 25 ) Senden önce gönderdiğimiz her peygambere: "Benden başka tanrı yoktur, Bana kulluk edin" diye vahyetmişizdir.
( 26 ) Ve kâlûttehazer rahmânu veleden subhânehu, bel ıbâdun mukramûn(mukramûne).
( 26 ) "Rahman çocuk edindi" dediler. Haşa; hayır, melekler şerefli kılınmış kullardır.
( 27 ) Lâ yesbikûnehu bil kavli ve hum bi emrihî ya’melûn(ya’melûne).
( 27 ) Allah'tan önce söz söyleyemezler; ancak O'nun emri üzerine iş işlerler.
( 28 ) Ya’lemu mâ beyne eydîhim ve mâ halfehum ve lâ yeşfeûne illâ li menirtedâ ve hum min haşyetihî muşfikûn(muşfikûne).
( 28 ) Allah, onların yaptıklarını ve yapmakta olduklarını bilir. Onlar Allah'ın hoşnut olduğu kimseden başkasına şefaat edemezler; O'nun korkusundan titrerler.
( 29 ) Ve men yekul minhum innî ilâhun min dûnihî fe zâlike neczîhi cehennem(cehenneme), kezâlike neczîz zâlimîn(zâlimîne).
( 29 ) Bunlar içinde kim "Ben, Allah'tan başka bir tanrıyım" derse, işte onu cehennemle cezalandırırız. Zulmedenlerin cezasını böyle veririz.
( 30 ) E ve lem yerallezîne keferû ennes semâvâti vel arda kânetâ ratkan fe fetaknâhuma, ve cealnâ minel mâi kulle şey’in hayy(hayyin), e fe lâ yu’minûn(yu’minûne).
( 30 ) İnkar edenler, gökler ve yer yapışıkken onları ayırdığımızı ve bütün canlıları sudan meydana getirdiğimizi bilmezler mi? İnanmıyorlar mı?
( 31 ) Ve cealnâ fîl ardı ravâsiye en temîde bi him ve cealnâ fîhâ ficâcen subulen leallehum yehtedûn(yehtedûne).
( 31 ) Yeryüzüne, insanlar sarsılmasın diye sabit dağlar yerleştirdik; rahat gidebilsinler diye aralarında geniş yollar varettik.
( 32 ) Ve cealnâs semâe sakfen mahfûzâ(mahfûzen), ve hum an âyâtihâ mu’ridûn(mu’ridûne).
( 32 ) Göğü karışıklıktan korunmuş bir tavan kıldık; oysa onlar bundaki delillerden yüz çeviriyorlar.
( 33 ) Ve huvellezî halakal leyle ven nehâra veş şemse vel kamer(kamere), kullun fî felekin yesbehûn(yesbehûne).
( 33 ) Geceyi ve gündüzü, güneşi ve ayı yaratan O'dur. Her biri bir yörüngede yürür.
( 34 ) Ve mâ cealnâ li beşerin min kablikel huld(hulde), e fe in mitte fe humul hâlidûn(hâlidûne).
( 34 ) Senden önce de hiçbir insanı ölümsüz kılmadık, sen ölürsün de onlar baki kalır mı?
( 35 ) Kullu nefsin zâikatul mevt(mevti), ve neblûkum biş şerri vel hayri fitneten, ve ileynâ turceûn(turceûne).
( 35 ) Her can ölümü tadacaktır. Bir imtihan olarak size iyilik ve kötülük veririz. Sonunda Bize dönersiniz.
-
( 36 ) Ve izâ raâkellezîne keferû in yettehızûneke illâ huzuvâ(huzuven), e hâzâllezî yezkuru âlihetekum, ve hum bi zikrir rahmâni hum kâfirûn(kâfirûne).
( 36 ) İnkarcılar seni gördükleri zaman, şüphesiz, seni alaya almaktan başka bir şey yapmazlar. "Sizin tanrılarınızı diline dolayan bu mudur?" derler ve Rahman'ın Kitabını işte onlar inkar ederler.
( 37 ) Hulikal insânu min acelin, se urîkum âyâtî fe lâ testa’cilûni.
( 37 ) İnsan aceleci olarak yaratılmıştır. Size ayetlerimi göstereceğim, bunu Benden acele istemeyin.
( 38 ) Ve yekûlûne metâ hâzâl va’du in kuntum sâdıkîn(sâdıkîne).
( 38 ) "Doğru sözlü iseniz bildirin bu tehdit ne zamandır?" derler.
( 39 ) Lev ya’lemullezîne keferû hîne lâ yekuffûne an vucûhihimun nâra ve lâ an zuhûrihim ve lâ hum yunsarûn(yunsarûne).
( 39 ) Bu kafirler, ateşi yüzlerinden ve sırtlarından menedemeyecekleri ve yardım da göremiyecekleri zamanı keşke bilseler.
( 40 ) Bel te’tîhim bagteten fe tebhetuhum fe lâ yestetî’ûne reddehâ ve lâ hum yunzarûn(yunzarûne).
( 40 ) Belki aniden gelecek de onları şaşırtacaktır. Artık onu geri çeviremezler; kendileri de ertelenmez.
( 41 ) Ve lekadistuhzie bi rusulin min kablike fe hâka billezîne sehırû minhum mâ kânû bihî yestehziûn(yestehziûne).
( 41 ) And olsun ki, senden önce birçok peygamber alaya alınmıştı da, alaya alanları, eğlendikleri şey mahvetmişti.
( 42 ) Kul men yekleukum bil leyli ven nehâri miner rahmân(rahmâni), bel hum an zikri rabbihim mu’ridûn(mu’ridûne).
( 42 ) De ki: "Geceleyin ve gündüzün sizi Rahman'dan kim koruyabilir?" Ama onlar Rablerinin Kitabından yüz çevirmektedirler.
( 43 ) Em lehum âlihetun temneuhum min dûninâ, lâ yestetîûne nasra enfusihim ve lâ hum minnâ yushabûn(yushabûne).
( 43 ) Yoksa kendilerini bize karşı savunacak tanrıları mı var? O tanrılar kendilerine bile yardım edemezler. Katımızdan da dostluk görmezler.
( 44 ) Bel metta’nâ hâulâi ve âbâehum hattâ tâle aleyhimul umur(umuru), e fe lâ yerevne ennâ ne’til arda nenkusuhâ min etrâfihâ, e fe humul gâlibûn(gâlibûne).
( 44 ) Biz bunlara ve babalarına geçimlikler verdik de ömürleri uzadı; şimdi memleketlerini her yandan eksilttiğimizi görmüyorlar mı? Üstün gelen onlar mıdır?
-
( 45 ) Kul innemâ unzirukum bil vahyi ve lâ yesmeus summud duâe izâ mâ yunzerûn(yunzerûne).
( 45 ) De ki: "Ben ancak sizi vahy ile uyarıyorum" Uyarıldıkları zaman, sağırlar çağrıyı duymazlar.
( 46 ) Ve le in messethum nefhatun min azâbi rabbike le yekûlunne yâ veylenâ innâ kunnâ zâlimîn(zâlimîne).
( 46 ) Rabbinin azabından onlara bir esinti dokunsa: "Vah bize! Doğrusu biz haksızdık" derler.
( 47 ) Ve nedaul mevâzînel kısta li yevmil kıyâmeti fe lâ tuzlemu nefsun şey’â(şey’en) ve in kâne miskâle habbetin min hardalin eteynâ bihâ, ve kefâ binâ hâsibîn(hâsibîne).
( 47 ) Kıyamet günü doğru teraziler kurarız; hiçbir kimse hiçbir haksızlığa uğratılmaz. Hardal tanesi kadar olsa bile yapılanı ortaya koyarız. Hesap gören olarak Biz yeteriz.
( 48 ) Ve lekad âteynâ mûsâ ve hârûnel furkâne ve dıyâen ve zikren lil muttakîn(muttakîne).
( 48 ) And olsun ki, Musa ve Harun'a eğriyi doğrudan ayıran Kitap'ı sakınanlar için ışık ve öğüt olarak verdik.
( 49 ) Ellezîne yahşevne rabbehum bil gaybi ve hum mines sâati muşfikûn(muşfikûne).
( 49 ) Onlar görmedikleri halde Rablerinden korkarlar; kıyamet saatinden de titrerler.
( 50 ) Ve hâzâ zikrun mubârakun enzelnâhu, e fe entum lehu munkirûn(munkirûne).
( 50 ) İşte bu, indirdiğimiz kutsal bir Kitap'dır. Siz mi onu inkar ediyorsunuz?
( 51 ) Ve lekad âteynâ ibrâhîme ruşdehu min kablu ve kunnâ bihî âlimîn(âlimîne).
( 51 ) And olsun ki, daha önce İbrahim'e de akla uygun olanı göstermiştik. Biz onu biliyorduk.
( 52 ) İz kâle li ebîhi ve kavmihî mâ hâzihit temâsîlulletî entum lehâ âkifûn(âkifûne).
( 52 ) İbrahim, babasına ve milletine: "Bu tapınıp durduğunuz heykeller nedir?" demişti.
( 53 ) Kâlû vecednâ âbâenâ lehâ âbidîn(âbidîne).
( 53 ) "Babalarımızı onlara tapar bulduk" demişlerdi.
( 54 ) Kâle lekad kuntum entum ve âbâukum fî dalâlin mubîn(mubînin).
( 54 ) İbrahim: "And olsun ki sizler de babalarınız da apaçık bir sapıklık içindesiniz" deyince:
( 55 ) Kâlû e ci’tenâ bil hakkı em ente minel lâıbîn(lâıbîne).
( 55 ) "Sen bize gerçeği mi getirdin yoksa şaka mı ediyorsun?" dediler.
( 56 ) Kâle bel rabbukum rabbus semâvâti vel ardıllezî fatarahunne ve ene alâ zâlikum mineş şâhidîn(şâhidîne).
( 56 ) O şöyle dedi: "Hayır; Rabbiniz, göklerin ve yerin Rabbidir ki onları O yaratmıştır. Ben de buna şahidlik edenlerdenim."
( 57 ) Ve tallâhi le ekîdenne asnâmekum ba’de en tuvellû mudbirîn(mudbirîne).
( 57 ) "Allah'a yemin ederim ki, siz ayrıldıktan sonra, putlarınıza bir tuzak kuracağım!"
-
( 58 ) Fe cealehum cuzâzen illâ kebîran lehum leallehum ileyhi yerciûn(yerciûne).
( 58 ) Hepsini paramparça edip, içlerinden büyüğünü ona başvursunlar diye, sağlam bıraktı.
( 59 ) Kâlû men feale hâzâ bi âlihetinâ innehu le minez zâlimîn(zâlimîne).
( 59 ) Milleti: "Tanrılarımıza bunu kim yaptı? Doğrusu o zalimlerden biridir" dediler.
( 60 ) Kâlû semi’nâ feten yezkuruhum yukâlu lehû ibrâhîm(ibrâhîmu).
( 61 ) Kâlû fe’tû bihî alâ a’yunin nâsi leallehum yeşhedûn(yeşhedûne).
( 60 - 61 ) Bazıları: "İbrahim denen bir gencin onları diline doladığını duymuştuk" deyince, "O halde bunların şahidlik edebilmeleri için onu halkın gözü önüne getirin" dediler.
( 62 ) Kâlû e ente fealte hâzâ bi âlihetinâ yâ ibrâhîm(ibrâhîmu).
( 62 ) İbrahim gelince, ona: "Ey İbrahim, bunu tanrılarımıza sen mi yaptın?" dediler.
( 63 ) Kâle bel fealehu kebîruhum hâzâ fes’elûhum in kânû yentıkûn(yentıkûne).
( 63 ) İbrahim: "Belki onu şu büyükleri yapmıştır, konuşabiliyorlarsa onlara sorun" dedi.
( 64 ) Fe raceû ilâ enfusihim fe kâlû innekum entumuz zâlimûn(zâlimûne).
( 65 ) Summe nukisû alâ ruûsihim, lekad alimte mâ hâulâi yentıkûn(yentıkûne).
( 64 - 65 ) Kendi kendilerine: "Doğrusu siz haksızsınız", sonra kafalarında olan eski inançlarına dönerek: "Ey İbrahim! bunların konuşmayacağını, and olsun ki, bilirsin" dediler.
( 66 ) Kâle e fe ta’budûne min dûnillâhi mâ lâ yenfeukum şey’en ve lâ yadurrukum.
( 67 ) Uffin lekum ve li mâ ta’budûne min dûnillâhi, e fe lâ ta’kılûn(ta’kılûne).
( 66 - 67 ) İbrahim: "O halde, Allah'ı bırakıp da size hiçbir fayda ve zarar veremeyecek olan putlara ne diye taparsınız? Size de, Allah'ı bırakıp taptıklarınıza da yazıklar olsun! Akletmiyor musunuz?" dedi.
( 68 ) Kâlû harrikûhu vansurû âlihetekum in kuntum fâılîn(fâılîne).
( 68 ) Onlar: "Bir şey yapacaksanız, şunu yakın da tanrılarınıza yardım edin" dediler.
( 69 ) Kulnâ yâ nâru kûnî berden ve selâmen alâ ibrâhîm(ibrâhîme).
( 69 ) Biz: "Ey ateş! İbrahim'e karşı serin ve zararsız ol" dedik.
( 70 ) Ve erâdû bihî keyden fe cealnâ humul ahserîn(ahserîne).
( 70 ) Ona düzen kurmak istediler, fakat Biz onları hüsrana uğrattık.
( 71 ) Ve necceynâhu ve lûtan ilâl ardılletî bâraknâ fîhâ lil âlemîn(âlemîne).
( 71 ) Onu da, Lut'u da, alemler için kutsal kıldığımız yere ulaştırıp kurtardık.
( 72 ) Ve vehebnâ lehu ishâk(ishâka), ve ya’kûbe nâfileten, ve kullen cealnâ sâlihîn(sâlihîne).
( 72 ) İbrahim'e, buna ilaveten İshak ve Yakub'u da verdik, her birini iyi kimseler kıldık.
-
( 73 ) Ve cealnâhum eimmeten yehdûne bi emrinâ ve evhaynâ ileyhim fi’lel hayrâti ve ikâmes salâti ve îtâez zekâti, ve kânû lenâ âbidîn(âbidîne).
( 73 ) Onları, buyruğumuz altında insanları doğru yola götüren önderler yaptık; onlara, iyi işler yapmayı, namaz kılmayı, zekat vermeyi vahyettik. Onlar, bize kulluk eden kimselerdi.
( 74 ) Ve lûtan âteynâhu hukmen ve ılmen ve necceynâhu minel karyetilletî kânet ta’melul habâise, innehum kânû kavme sev’in fâsikîn(fâsikîne).
( 74 ) Lut'a da hüküm ve ilim verdik; onu, çirkin işler işleyen kasabadan kurtardık. Doğrusu onlar yoldan çıkmış kötü bir milletti.
( 75 ) Ve edhalnâhu fî rahmetinâ, innehu mines sâlihîn(sâlihîne).
( 75 ) Lut'u rahmetimizin içine aldık; doğrusu o iyilerdendi.
( 76 ) Ve nûhan iz nâdâ min kablu festecebnâ lehu fe necceynâhu ve ehlehu minel kerbil azîm(azîmi).
( 76 ) Nuh da daha önceleri Bize yalvarmıştı, onun duasını kabul edip, kendisini ve ailesini büyük sıkıntıdan kurtardık.
( 77 ) Ve nasarnâhu minel kavmillezîne kezzebû bi âyâtinâ, innehum kânû kavme sev’in fe agraknâhum ecmaîn(ecmaîne).
( 77 ) Ayetlerimizi yalanlayan millete karşı ona yardım ettik. Doğrusu onlar fena bir milletti, hepsini suda boğduk.
( 78 ) Ve dâvude ve suleymâne iz yahkumâni fîl harsi iz nefeşet fîhi ganemul kavm(kavmi), ve kunnâ li hukmihim şâhidîn(şâhidîne).
( 78 ) Davud ve Süleyman da milletin koyunlarının yayıldığı bir ekin hakkında hüküm veriyorlarken, Biz onların hükmüne şahiddik.
( 79 ) Fe fehhemnâhâ suleymân(suleymâne), ve kullen âteynâ hukmen ve ılmen ve sehharnâ mea dâvudel cibâle yusebbihne vet tayr(tayre), ve kunnâ fâılîn(fâılîne).
( 79 ) Süleyman'a bu meselenin hükmünü bildirmiştik; her birine hüküm ve ilim verdik. Davud ile beraber tesbih etsinler diye dağları ve kuşları buyruk altına aldık. Bunları Biz yapmıştık.
( 80 ) Ve allemnâhu san’ate lebûsin lekum li tuhsınekum min be’sikum, fe hel entum şâkirûn(şâkirûne).
( 80 ) Ona, sizi savaşta korumak için zırh yapma sanatını öğrettik, artık şükreder misiniz?
( 81 ) Ve li suleymâner rîha âsıfeten tecrî bi emrihî ilâl ardılletî bâraknâ fîhâ ve kunnâ bi kulli şey’in âlimîn(âlimîne).
( 81 ) Bereketli kıldığımız yere doğru, Süleyman'ın emriyle yürüyen şiddetli rüzgarı, onun buyruğuna verdik. Biz herşeyi biliyorduk.
-
( 82 ) Ve mineş şeyâtîni men yegûsûne lehu ve ya’melûne amelen dûne zâlik(zâlike), ve kunnâ lehum hâfızîn(hâfızîne).
( 82 ) Dalgıçlık yapan ve bundan başka işler de gören şeytanlardan da onun buyruğu altına verdik. Onların hepsini gözetiyorduk.
( 83 ) Ve eyyûbe iz nâdâ rabbehû ennî messeniyed durru ve ente erhamur râhimîn(râhimîne).
( 83 ) Eyyub da: "Başıma bir bela geldi, (Sana sığındım), Sen merhametlilerin merhametlisisin" diye Rabbine nida etmişti.
( 84 ) Festecebnâ lehu fe keşefnâ mâ bihî min durrin ve âteynâhu ehlehu ve mislehum meahum rahmeten min ındinâ ve zikrâ lil âbidîn(âbidîne).
( 84 ) Biz de onun duasını kabul etmiş ve başına gelenleri kaldırmıştık. Katımızdan bir rahmet ve kulluk edenlere bir hatıra olmak üzere ona tekrar ailesini ve kaybettikleriyle bir mislini daha vermiştik.
( 85 ) Ve ismâîle ve idrîse ve zelkifl(zelkifli), kullun mines sâbirîn(sâbirîne).
( 85 ) İsmail, İdris ve Zülkifl hakkında anlattığımızı da an; onların her biri sabredenlerdendi.
( 86 ) Ve edhalnâhum fî rahmetinâ, innehum mines sâlihîn(sâlihîne).
( 86 ) Onları rahmetimizin içine aldık; doğrusu onlar iyilerdendi.
( 87 ) Ve zennûni iz zehebe mugâdıben fe zanne en len nakdire aleyhi fe nâdâ fiz zulumâti en lâ ilâhe illâ ente subhâneke innî kuntu minez zâlimîn(zâlimîne).
( 87 ) Zünnun (Balık Sahibi; Yunus) hakkında söylediğimizi de an. O, öfkelenerek giderken, kendisini sıkıntıya sokmayacağımızı sanmıştı; fakat sonunda karanlıklar içinde: "Senden başka tanrı yoktur, Sen münezzehsin, doğrusu ben haksızlık edenlerdenim" diye seslenmişti.
( 88 ) Festecebnâ lehu ve necceynâhu minel gamm(gammi), ve kezâlike nuncil mu’minîn(mu’minîne).
( 88 ) Biz de ona cevap verip, onu üzüntüden kurtarmıştık. inananları böyle kurtarırız.
( 89 ) Ve zekeriyyâ iz nâdâ rabbehu rabbi lâ tezernî ferden ve ente hayrul vârisîn(vârisîne).
( 89 ) Zekeriya da: "Rabbim! Beni tek Başıma bırakma, Sen varislerin en hayırlısısın" diye nida etmişti.
( 90 ) Festecebnâ lehu, ve vehebnâ lehu yahyâ ve aslahnâ lehu zevcehu, innehum kânû yusâriûne fîl hayrâti ve yed’ûnenâ ragaben ve reheben, ve kânû lenâ hâşiîn(hâşiîne).
( 90 ) Biz de ona icabet ederek, Yahya'yı bahşetmiş, eşini de doğum yapacak hale getirmiştik. Doğrusu onlar iyi işlerde yarışıyorlar, korkarak ve umarak Bize yalvarıyorlardı. Bize karşı gönülden saygı duyuyorlardı.
-
( 91 ) Velletî ahsanet fercehâ fe nefahnâ fîhâ min rûhinâ ve cealnâhâ vebnehâ âyeten lil âlemîn(âlemîne).
( 91 ) Mahrem yerini koruyan Meryem'e ruhumuzdan üflemiş, onu ve oğlunu, alemler için bir mucize kılmıştık.
( 92 ) İnne hâzihî ummetukum ummeten vâhıdeten ve ene rabbukum fa’budûni.
( 92 ) Doğrusu tevhid dini olan Müslümanlık, bir tek din olarak sizin dininizdir ve Ben de Rabbinizim, artık Bana kulluk edin.
( 93 ) Ve tekattaû emrehum beynehum, kullun ileynâ râciûn(râciûne).
( 93 ) Ama insanlar, din konusunda aralarında bölüklere ayrıldılar, hepsi Bize döneceklerdir.
( 94 ) Fe men ya’mel mines sâlihâti ve huve mu’minun fe lâ kufrâne li sa’yihî, ve innâ lehu kâtibûn(kâtibûne).
( 94 ) İnanmış olarak yararlı iş işleyenin ameli inkar edilmeyecektir. Biz onu yazmaktayız.
( 95 ) Ve harâmun alâ karyetin ehleknâhâ ennehum lâ yerciûn(yerciûne).
( 95 ) Yok ettiğimiz kasaba halkının ahirette ceza görmek üzere Bize dönmemesi imkansızdır.
( 96 ) Hattâ izâ futihat ye’cûcu ve me’cûcu ve hum min kulli hadebin yensilûn(yensilûne).
( 96 ) Yecüc ve Mecüc'ün seddi yıkıldığı zaman her dere ve tepeden boşanırlar.
( 97 ) Vakterabel va’dul hakku fe izâ hiye şâhısatun ebsârullezîne keferû, yâ veylenâ kad kunnâ fî gafletin min hâzâ bel kunnâ zâlimîn(zâlimîne).
( 97 ) Gerçek vaad yaklaştığında, inkar edenlerin gözleri beleriverir: "Vah bize! Bundan önce gaflet içindeydik, hem de zalimdik" derler.
( 98 ) İnnekum ve mâ ta’budûne min dûnillâhi hasabu cehennem(cehenneme), entum lehâ vâridûn(vâridûne).
( 98 ) Siz ve Allah'tan başka taptıklarınız, cehennemin yakıtısınız; oraya gireceksiniz.
( 99 ) Lev kâne hâulâi âliheten mâ veradûhâ, ve kullun fîhâ hâlidûn(hâlidûne).
( 99 ) Eğer bunlar tanrı olsaydı cehenneme girmezlerdi; hepsi orada temelli kalacaktır.
( 100 ) Lehum fîhâ zefîrun ve hum fîhâ lâ yesmeûn(yesmeûne).
( 100 ) Orada onlara ah etmek vardır; birşey de işitemezler.
( 101 ) İnnellezîne sebekat lehum minnâl husnâ ulâike anhâ mub’adûn(mub’adûne).
( 101 ) Yaptıklarına karşılık katımızdan kendileri için iyi şeyler yazılmış olanlar, işte onlar cehennemden uzak tutulanlardır.
-
( 102 ) Lâ yesmeûne hasîsehâ, ve hum fî mâştehet enfusuhum hâlidûn(hâlidûne).
( 102 ) Cehennemin uğultusunu duymazlar. Canlarının istediği şeyler içinde temelli kalırlar.
( 103 ) Lâ yahzunuhumul fezeul ekberu ve tetelakkâhumul melâiketu, hâzâ yevmukumullezî kuntum tûadûn(tûadûne).
( 103 ) En büyük korku bile onları üzmez; kendilerini melekler: "Size söz verilen gün işte bugündür" diye karşılarlar.
( 104 ) Yevme natvis semâe ke tayyis sicilli lil kutub(kutubi), kemâ bede’nâ evvele halkın nuîduhu, va’den aleynâ, innâ kunnâ fâılîn(fâılîne).
( 104 ) Göğü, kitap dürer gibi dürdüğümüz zaman, yaratmaya ilk başladığımız gibi katımızdan verilmiş bir söz olarak onu tekrar var edeceğiz. Doğrusu Biz yaparız.
( 105 ) Ve lekad ketebnâ fîz zebûri min ba’diz zikri ennel arda yerisuhâ ıbâdiyes sâlihûn(sâlihûne).
( 105 ) And olsun ki, Tevrat'tan sonra Zebur'da da yeryüzüne ancak iyi kullarımın mirasçı olduğunu yazmıştık.
( 106 ) İnne fî hâzâ le belâgan li kavmin âbidîn(âbidîne).
( 106 ) Doğrusu bu Kuran'da, kulluk eden kimselere bildiri vardır.
( 107 ) Ve mâ erselnâke illâ rahmeten lil âlemîn(âlemîne).
( 107 ) Biz seni ancak alemlere rahmet olarak gönderdik.
( 108 ) Kul innemâ yûhâ ileyye ennemâ ilâhukum ilâhun vâhidun, fe hel entum muslimûn(muslimûne).
( 108 ) De ki: "Doğrusu tanrınızın tek bir Tanrı olduğu bana şüphesiz vahyolundu. Artık müslüman olacak mısınız?"
( 109 ) Fe in tevellev fe kul âzentukum alâ sevâin, ve in edrî e karîbun em baîdun mâ tûadûn(tûadûne).
( 109 ) Eğer yüz çevirirlerse, de ki: "Size düpedüz açıkladım; tehdit olunduğunuz şeyin yakın mı uzak mı olduğunu bilmem."
( 110 ) İnnehu ya’lemul cehre minel kavli ve ya’lemu mâ tektumûn(tektumûne).
( 110 ) "Doğrusu O, açığa vurulan sözü de bilir, gizlediklerinizi de bilir."
( 111 ) Ve in edrî leallehu fitnetun lekum ve metâun ilâ hîn(hînin).
( 111 ) "Bilmem; belki bu gecikme sizi denemek ve bir süreye kadar geçindirmek içindir."
( 112 ) Kâle rabbıhkum bil hakk(hakkı), ve rabbunâr rahmânul musteânu alâ mâ tasıfûn(tasıfûne).
( 112 ) Peygamber: "Rabbim! Aramızda gerçekle hükmet, anlattıklarınıza karşı ancak Rahman olan Rabbimizden yardım istenir" dedi.